Bir mefhumun ihtişam ve sefaleti yahut “Edeb’den Edebiyat’a”

“Edîb olur kişi sermaye-i hayâsı kadar” derken, ahlak dışı bir edebin tasavvur bile edilemeyecaeği ifade ediliyordu. Edeb ile edebiyat, Doğu ile Batı’dır. İrfanla kültür gibi… Cemil Meriç'in Sebil Dergisi, 202. sayıda yayımlanmış olan ilgili yazısını istifadelerinize sunuyoruz.

Bir mefhumun ihtişam ve sefaleti yahut “Edeb’den Edebiyat’a”

Cevdet Paşa, Belâgat-i Osmaniye’yi yazar. Recaizâde, Tâlim-i Edebiyat’ı. Edebiyat kelime hazinemize Tanzimat’ın yadigârı. Fransızca litterature’ü karşılamak için uydurulmuştur. Lâfız bizim, muhteva frengin, “Edebiyat” ne Farsça’da mevcud ne Arapça’da. Evet, kelimenin kökü, Arapça edeb. Ama edeb yüzde yüz İslâmî bir mefhum. Şair, “Edîb olur kişi sermaye-i hayâsı kadar” derken, ahlak dışı bir edebin tasavvur bile edilemeyecaeği ifade ediliyordu. Edeb ile edebiyat, Doğu ile Batı’dır. İrfanla kültür gibi… Edeb, insanın bütün davranışlarını kucaklayan bir kelime. Sülasisi: edb. Tasavvufta: Eline, diline, beline sahip olmak.

Edeb, silinmeye yüz tutan bir mezar taşı kitabesi... Bu mezarda şerefli bir tarih yatıyor. Kitabeyi okumaya çalışalım:

EDEB

1- Davet. İsm-i fâili, âdib: dâvet eden. Adibin cem’i: edebe. (Müeddebe: düğün ziyafeti/ Me’dube, şerefine ziyafet verilen gelin.)

2- Cahiliyye Devri’ndeki bu mana, sadr-ı İslâm’da mücerretleşir. Edeb, ahlak-ı fazılanın mecmuudur artık. İki mana arasında yakın bir münasebet var. Eski Araplar için, cömertlik ahlakî faziletlerin başında gelir. Bu itibarla, edib, fazilete davet eden kişidir; edeb de fazilet.

3- Hakayık-ı Örfiyye.

Demek ki edeb, gerek Cahiliyye Devri’nde gerekse İslâmiyet’te, asıl ve insani şeylere meyletme hasleti ve bunun hayatta en içtimaî münasebetlerde belirmesi. Eski bir kelâm-ı kibâra göre: “Edeb dinin üçte ikisidir.” Ameli ahlak bakımından, böyle. Kelimenin mecazî manası: İnsanı irfan, erbabı ile muaşerete layık mertebeye çıkaran tahsil, hususiyle Arab lisanı, Edebiyatı ve Şiiri ile eski Arab tarihi gibi bilgiler.1

Arab Kültürü, İran’ın tesiri altında incelip dünyevileştikten sonra (Hicretin ikinci ve üçüncü asırları) edeb bu manayı almıştır. İbn Kuteybe’nin “Adab el-Kâtip, Adab el Vüzerâ”sında kastedilen edeb budur.

Emeviler Devri’nde ise Ulum-î Edebiyye, Şiir, Lügât, Ensab, Ahbar vesairedir. Edeb ise Ulum-i Edebiyye’nin bütünü.

Edeb kelimesi, Cahiliyye Devri’nde de İslâm’ın ilk asrında da ıstılah olarak kullanılmaz. İlk asırda, “İlm-i Edeb” yerine “İlm-i Adab” denirdi. İkinci asırda üdebâ, müeddibler demektir. Müeddib, muallimden daha yüksek bir tabaka. Muallim, Subyan Mektebleri’nde ders veren. Müeddib, Havas-ı Nas’ın ve Hanedan-ı Saltanat’ın muallimleri, Tarih, Şiir, Ulun-i Arabiyye okuturlardı.

Edebin iki amacı vardır: 1- Manzum ve mensur söz söylemekte meleke kazanmak. 2- Kur’an’daki ayetlerden ve Peygamberimizin  hadislerinden ahkâm çıkarmak. Ve Kelâm-ı Arab’ın manalarıyla mecazlarını kavramak.

Ulum-i Edebiyye altıncı asra kadar belirlenmemiş, edebiyatla ilgisi olmayan, ata binmek, ok atmak, cirit oynamak ve santranç gibi marifetler de edeb’den sayılmıştır. Bu mânâ gelişmesinde İran’ın büyük tesiri olmuştur. Vezir el-Hasan b. Sahl’e göre irfan on edeb’den ibarettir: Üçü şahracaniye (Ud çalmak, santranç, cirit ve çevgan), üçü haşirvaniye (Tıp, riyaziyat ve ata binmek), üçü arabiye (Şiir, ensab, tarih ve menakı); onuncusu ise toplantılarda ve gece sohbetlerinde söylenen hikâye ve fıkralar. Edeb’in sınırı, görülüyor ki kesin olarak çizilmemiştir. Zanaat işlerinde hünerde edeb’den sayılmıştır. Aristo’nun ilim tasnifinde umumiyetle Riyazi İlimler adı verilen İhzari İlimlere de edeb denir. “İhvan üs-Safa”da2, filoloji, şiir sanatı ve riyaziden başka sihir, kehanet, simya da edeb şubelerindendir.

Altıncı asırda, edebi ilimler sekize icra edilir: Nahiv (Sentaks), lügat (Leksikografi), tasrif (Çekim), aruz, kafiyeler, şiir, Araplar’ın ahbar ve ensabı (Jenealoji).

Zemahşerî3, Ulum-i Arabiye’yi ikiye ayırır:

1- Usûl (Lügat, sarf, iştikak (etimoloji) nahiv, meani, beyan, bedi, aruz ve kafiye. Meâni ve beyan ilimlerinin zeyli olan: ilm-i bedi (retorik)).

2- Füru (Hat, yani imla, karz-ı şiir, iktibaslar, inşa ve muhaderat. Muharedat, akılda tutulan faydalı bilgiler ve hikâyeler.)

Endülüs’te İlm-i Edeb’in parlak bir yeri vardı. Tarihten, nazim ve nesirden, zarif hikâye ve menkıbelerden ibaretti edeb.

İbni Haldun’un edeb tarifi şu: “Ehl-i lisanın edeb’den kastettikleri, edebin gaye ve semeresidir ki Araplar’ın üslûblarına uygun olarak nazım ve nesirden güzel söyliyebilmektir.”

Kahire’de Arab Muallim Mektebi tedrisatında (1895) Ulûm-i Edebiyye’ye dahil olan ilimler: Sarf ve nahiv, hat, lügat, şiir (aruz, kafiyeleri) bilgisi, bedi’, beyan, mantık’dan ibarettir.

Cemil Meriç

Sebil Dergisi, 4. Cilt, 202. Sayı, 1979

Dipnot:

1 Kelime bu mânâda Frenklerin “Humanites”sine, İngilizlerin “Humanities”ine tekâbül eder. Avrupa için irfan yani insanı insan yapan bilgilerin bütünü Eski Yunan ve Latin Edebiyatlarıdır. Batının bütün üniversiteleri asırlardır “İnsanlık”tan bunu anlamışlardır. Batılaşan tedris sistemimiz, son zamanlarda, Boğaziçi Üniversitesi’ne “Humanities” dersleri koymak suretiyle bu büyük eksiği telafi etmek gayretine düşmüştür. Kökünü kaybeden bir medeniyetin boşlukta çırpınması.

2 İhvan üs-Safâ: İbni Tevmiye’ye göre dördüncü hicrî asır sonlarında kaleme alınmış bir ansiklopedi. Amacı şeriatı felsefeyi Şiiliği uzlaştırarak Fatimî hanedanına bir devlet doktrini sunmak. Bu ansiklopedi, zamanın bütün bilgisini kucaklayan elli bir risaleden ibarettir. İlk kılavuz: Aristo. Sonra Eflatunculuk ağır basar. Üç dinin bütün tecrübelerinden faydalanılır. Ayrıca Zerdüşt ve Hint düşüncesi.

3 Zemahşerî ( 1075-1144): Zemahşer’de doğmuş, Cürcan’da ölmüş. Aslen Türk Öğrenimini Bağdat ve Mekke’de tamamlamış.  Eserleri El Keşşâf an Hakâik it-Tenzil (Kur”an tefsiri), El Mufassal fi-n Mahv (Arapça sentaks); el Müfret ve’l-Müellef fi’in-Nahv (cümle kuruluşu); Mukaddimet ül- edeb (Edebiyata giriş); Esâsul Belâga (Belagatin temelleri).

YORUM EKLE