Ali Haydar Efendi: Kimse olmasa bile sizi melekler dinler

Ali Haydar Efendi öğrencisi M. Emin Saraç’a "Kimse gelmese bile sen dersine devam et, kimse olmasa bile sizi melekler dinler" dermiş. Doç. Dr. Ahmet Efe, Mehmet Emin Saraç Anadolu İmam Hatip Lisesi tarafından çıkarılan İnşirâh dergisinde hocası, M. Emin Saraç’ı anlatıyor.

Ali Haydar Efendi: Kimse olmasa bile sizi melekler dinler

Değerli hocam, kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Adım, Ahmet Efe. Balıkesirliyim, ilkokulu köyümde bitirdim. Hafızlığımı köyde yaptım, sonra İstanbul’a geldim. Bir müddet Sultanahmet’te Gönenli Mehmet Efendinin kursunda kaldım. İmam-hatibi bitirdim. 1973’te İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü kazandım. Oradan da mezun olduktan sonra muhterem Emin Saraç Hocamızın teşvikleri ile 1978’de Mekke’ye gittim, fıkıhta yüksek lisans ve doktora yaptım. 1988’de Türkiye’ye döndüm. 1992’de Bağcılar Ebubekir Camii’nde imam-hatiplik görevine başladım. 2012’de bu vazifeden emekli olduktan sonra Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesinde öğretim üyesi oldum. Halen bu görevime devam ediyorum, fıkıh dersleri okutuyorum.

Hocamızla tanışmanız nasıl oldu?

Emin Hocamın ders halkasına 1974’te katıldım. Emin Saraç Hocamızın Fatih’te ders okuttuğunu okulda arkadaşlardan duymuştum. Kış mevsimi idi. Hocamızın ilk dersine Fatih’te Dülgerzâde Camii’nde katıldım veya cami çevresinde okunması gerektiğini söylerdi. Mutlaka talebenin hoca önünde diz kırıp oturması gerektiğini söyler, ilmin bereketinin ancak böyle olacağına gönülden inanırdı. Ömür boyu da fiilen bunu uygulamıştır. Okul sıralarında, talebenin hocası karşısında bacak bacak üstüne atıp abdestsiz okunacak ilimlerin feyzi olmayacağına gönülden inanmıştır. Kendileri İstanbul hocalarından böyle görmüş. Mısır’a gittiğinde de dersleri Ezher hocalarının Ezher Camii’nde yaptıklarını görmüş, bizzat bunun bereketine şahit olmuş. Ben de halkasına bir cami köşesinde katıldım ve hâlâ Fatih Camii’nde halkasına devam etmeye çalışıyorum.           

Emin Saraç Hocamızın, hocalık vasfından bahseder misiniz?

Hocam, ders vaktinde mutlaka rahlesinin başında bulunur. Derse gelen olmasa da o gelir oturur. Talebelerine de bunu daima hatırlatır. “Kimse olmasa bile sizi melekler dinler” der. Bu konuda Ali Haydar Efendi’den gördüğü bir fedakârlığı örnek olarak zaman zaman anlatır: Hocam 1942’de İstanbul’a gelmiş, bir müddet Karagümrük civarında Üçbaş Medreselerinde kalmış. Ali. O zaman Sabûnî’nin Ahkâm ayetleri Tefsirini okutuyordu. Hocamız, İslâmî ilimlerin mutlaka camide Haydar Efendiden ders okumaya başlamış, ondan Kudurî, Mülteka, Şifa-i Şerif ve Usul’ü Fıkıh’tan Mirkat’ın bir kısmını okumuş. Bir ara memleketi Tokat’a izne gitmiş. Döndüğünde derslere kaldığı yerden devam etmek için hocasına gitmiş. Ali Haydar Efendi 80 yaşlarında, hem de hasta yatıyormuş. “Evladım ben artık yaşlandım, herhalde derslere devam edemeyeceğim, kusura bakma” demiş. Hocam üzgün, dönüp medreseye gelmiş. Ertesi sabah erkenden odasının kapısı çalınmış, açmış ki hocaefendinin hanımı kapıda: “Efendi sizi istiyor” demiş, gitmiş. Ali Haydar Efendi: “Evladım, dün seni geri çevirdikten sonra içime bir ateş düştü. Kim bir ilmi ketmederse Allah onun ağzına yarın kıyamette ateşten gem vurur, hadisini hatırladım, kendi kendime, “Sen nefes alıp verdikçe bildiğini nasıl öğretmezsin” dedim. Gel derslere başlayalım, demiş. Öylece derslere tekrar başlamışlar.

Hocamızın ders aldığı başka hocalar hakkında da malumatınız var mı hocam?

Hocam Hüsrev Efendiden de ders okumuş. Hüsrev Efendi bir gün yine derse gelmiş, biraz okuduktan sonra: “Kusura bakmayın, biraz erken gitmem lazım, kızım verem hastası idi, vefat etti, gidip onun hazırlıklarını yapmam lazım.” demiş ayrılmış. Hocam bunları bize örnek olsun, tembellik yapmayalım diye anlatırdı. Şimdi maalesef bakıyorsunuz, baş ağrısını bahane edip derslere gelmeyen talebeler var.

Emin Saraç Hocamızdan birkaç hatıra nakledebilirseniz çok memnun oluruz.  

*Bir defasında merhum Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi ile hacca gitmişler. Medine’den Mekke’ye giderken Bedir’e uğramışlar, Bedir şehitlerini ziyaret etmek istemişler. Şehitliğin kapısı kilitli imiş, bekçiyi bulup açtırmışlar. Kapıdan girerken Abdurrahman Efendi “Buraya ayakkabı ile girmek saygısızlık olur” demiş, ayakkabılarını çıkarmış öyle girmiş, sonra kumun üzerine secdeye kapanmış hem dua etmiş hem ağlamış.

*Hocamız bir gün bir mecliste bulunuyormuş. Orada Sami Efendi, Bekir Hâkî efendi ve Ömer Nasuhî Bilmen Hocaefendi de bulunuyormuş. Ömer Nasuhi Efendi bulunduğu meclislerde iki dizinin üstüne oturur, hiç konuşmaz, bir şey sorulursa kısa cevaplar verirmiş. Meclis dağılırken önce Sami Efendi ardından Ömer Nasuhî Efendi çıkmış. Bekir Hâkî Efendi de çok hoş sohbet, fıkralar, hikayeler anlatan, çok şiir mahfuzatı olan birisi imiş. Ömer Nasuhi Efendi gittikten sonra: “Şimdi ben sizi sabaha kadar hem güldürür hem ağlatırım, ama ilim bu değil, ilim o giden efendininkidir” diye takdirini bildirmiş.

*Hocam Mısır’da, Ezher’de okurken 1956’da “Tevhid-i Tedrisat” adı altında Ezher’in programlarında değişiklik yapıp “ıslah” adı altında “ifsad” yapmak istemişler. Herkes bundan tedirgin olmuş. Şeyh Salih adında Sudanlı ihlaslı bir zat varmış. Cumadan sonra Ezher Camii’nde vaaz eder, herkesi coştururmuş. Bu zat o günlerde bir rüya görmüş. Rüyasında birisi ona Ezher’in en yüksek kubbesinde dalgalanan bayrağı göstermiş ve demiş ki: Bunu buraya Rasulullah dikti kimse indiremez” demiş. Bu zat bunu Şeyh Buhayrî’ye anlatır ve der ki: “Hiç merak etmeyin, Ezher’e bir şey yapamazlar”.

*Yine o günlerde Şeyh Buhayrî de bir rüya görür: Nil Nehri kurumuş, herkes telaşlı ve üzgün, Çünkü Mısır’da hayat Nil ile başlar Nil ile biter. Bir müddet sonra bakar ki halk sevinçli, neşeli, Nil tekrar akmaya başlamış ama bulanık akıyor. Emin Hocam, Şeyh Buhayrî’ye: “Bu rüyanızı nasıl yorumluyorsunuz” demiş. O da: Rüyadaki Nil, Ezher idi, kesilecek gibi oldu, ama kesilmedi. Bulanık akması ise “dektere” devri başladı, ihlas kaybolacak, Ezher olacak ama âlim yetişmeyecek” demiş. Şeyh Buhayri istihfaf için “doktora”ya, “dektere” dermiş.

*Muhterem hocam Ezher’in Şeriat Fakültesini kazandığı gün Zahidü’l Kevserî’ye müjdeye gitmiş. Kevserî, hocama çok iltifat edermiş. “Nasılsın Mevlana, ne var ne yok” dermiş. O da Külliyetü’ş Şeria’yı kazandığını söylemiş. Zahidü’l Kevseri: “Şimdi sana derler ki Türkiye’de şeriat mı var, bu fakültede okuyup da ne yapacaksın?” Hiç aldırma, ömründe tek bir kişiye bile bir meselenin cevabını doğru versen; bu, bütün tahsiline bedel olur.” demiş.

*Yine Emin Saraç Hocamdan dinlemiştim: “Ben yeniden dişi çıkmış, sakalı bitmiş yaşlı bir insanı gözümle gördüm. Abdurrahman Efendi ile hacca gitmiştik. Herkesin dilinde, Pakistan’dan birisi hacca gelmiş, 140 yaşında imiş, alim bir zatmış diye konuşuyorlar. Ali Ulvi Bey: “Mutlaka onu ziyaret edin” dedi. Mekke’de Ciyad Hastanesinden yukarı doğru, dağın yamacında bir mahalle vardı. Sokakları dar, evleri ahşap idi. Abdurrahman Efendi ile gittik. Uzun boylu, sakalı hafif kırlaşmış bir zat, yanında oğlu da vardı: “Babamın sakalları ve dişleri döküldü yeniden çıktı” demişti. O zat çok şeyler anlattı, Arapça konuşuyordu. Dört defa İstanbul’a gelmiş, Pakistan Müslümanlarının temsilcisi olarak gelmiş, iki defa Sultan Abdülhamid ile görüşmüş, onun hakkında iki şiir yazmış, huzurunda okumuş, beğenilmiş. O şiirleri kaydetmediğime çok pişmanım. Abdurrahman Efendi orada aşır okudu, çok güzel okudu. O zat da ona riyal verdi. Abdurrahman Efendi: “Benim ona ihtiyacım yok ama bu benim için çok değerli, saklayacağım” dedi. O zat o yaşına rağmen bizi kapıya kadar çıkıp uğurladı. Benim, hocama ait kaydettiğim hatıralardan bazıları bunlar. Hocam kendisinden bahsedilmesinden pek hoşlanmaz.

Kıymetli vaktinizi bize ayırdınız. Çok teşekkür ediyoruz.

YORUM EKLE