Ali Emre’nin kaleminden 10 şairane portre
2 / 12

Bir Avuç Toprak
“Çöz de ya Rab yükümün kördüğüm olmuş bağını,
Bana çok görme ilahi, bir avuç toprağını.”
Kaderini mi yazıyordu ki acaba şair bu dizelerle? Safahat şairi, İstiklal Marşı şairi. Son günlerini yalnız geçiriyordu. Bu yalnızlıkla ve zayıflayan bedeniyle artık Hakk’a kavuşmayı arzu ediyordu hiç şüphesiz. Kim, onu nereden bilecekti?...
Ezanın Türkçe okunduğu yıllarda, bu emre itaat etmediği için tutuklanan sonrasında hamallık yapmaya başlayan tahsilli bir müezzin ile arkadaş oluyor milli şairimiz. Belki birkaç günlük, birkaç saatlik beraberlik ama unutulur gibi değil. Mısır Apartmanı önünde karşılaşıyor müezzin onunla. Gücü iyice tükenmiş bu şaire hayranlıkla bakıyor müezzin. Şaire hizmet etme şerefi nasip oluyor ona. Çorba içirirken soruyor şair, halimiz Safahat’ ta kimin haline benziyor, diye. Benzetmek olmaz ama Seyfi Baba’ya benziyor efendim, diyor müezzin. Asım’ın ikinci kitabını yazmak için ben de bilirim hutbeyi ama yine de bana sen Veda Hutbesi’ni getir, diyor şair. Müezzin heyecanla getiriyor, oturuyor, konuşuyorlar. Takatsiz kalınca ayrılıyor yanından. Ertesi gün daha erken gidecekken anacığı hastalanıyor müezzinin, onu sırtlayıp götürüyor, ihtiyaçlarını görüyor. Anacağı iyi oluyor ve ertesi gün Mısır Apartmanı’nın yolunu tutuyor müezzin. Yorganı örtülmüş üstüne. Birkaç hamalla birkaç talebe ile kılınıyor cenaze namazı şairin. Kabrinde bile çok durdurmuyorlar. On dört yıl konuşmuyor müezzin. Biri Safahat şairi ki hakkında yazılanlar bir kütüphane eder, diğeri Safahat’ı ezbere bilen okumuş, görmüş iki insanın perişan hali… Oğlu Mahmut’a emanet ediyor Safahat’ı müezzin. Nihayet 1950’de konuşuyor müezzin şairin kabri başında. Kimsiniz diye soran adama, “Adım Asım efendim, diyor. Asım’ın neslindenim…”