Mehmet Ali Akyurt görüp görülebilecek en farklı şahsiyetlerden biridir. Hani derler ya nevi şahsına münhasır diye, buna Ali Akyurt kadar uyan ikinci bir isim kolay kolay bulunamaz. Bu yüzden Ali Akyurt’u tanımak, hayatta yaşanabilecek en güzel tesadüflerden biridir. Bunları onun yüzüne söyleyemem. Çünkü kendisi övülmeyi çok sevmez. Üstelik her övgünün altında başka manalar yakalamakta ustadır. Hatta övüldüğünü gördüğü zaman karşısındakine öyle sorular sorar ki konuşmaktan vazgeçebilirsiniz. O yüzden bu yazıda onu doyasıya övmek istiyorum.

Gerçi her övgü ikiyüzlüdür. Yani karşındakini överken, ister istemez abartmaya başlarsın. Ama söz konusu olan Ali Akyurt’sa abartmaya gerek yoktur. Onu olduğu gibi anlatmaya çalışmak, başkalarınca abartı sayılacaktır. Çünkü Ali’de sıradan denilen şeyin s’sine bile rastlanmaz. Ne kadar abartırsam abartayım, yine de Ali’yi anlatmaya, onun özelliklerini dile getirmeye yetmez, çünkü Ali’nin her hal ve hareketi, sözleri, fikirleri, tavırları, şiirleri ve insanlığı tüm bunların üstüne çıkmayı başarır.

Ali’deki merhamet ve yardımlaşma duygusuna kimsede rastlamadım. Ali elinden bir şey geliyorsa, kesinlikle onu yapmaktan geri durmaz. Tanıştığımız günü bugün gibi hatırlıyorum. O, beni Atlılar ve Fayrap dergilerinden tanıyordu. Yani yalnızca yazdığım birkaç kırık dökük metinden dolayı ismime aşinaydı. Ben de aynı şekilde Ali’yi yazdıklarından tanıyordum. Fakat ona telefon yoluyla ilk ulaştığımda hiçbir yabancılık hissetmedim. Sesinde, çok tanıdık bir tını vardı. Bu tınıyı Ali’yle tanışan herkes duyacaktır. Çünkü onda her tür insana dönük bir merak, sevgi, ilgi ve merhamet bulunur. Özellikle de farklı türden düşünen, yaşayan insanları yakından tanımak ister. Kapısı bu manada her insana açıktır. Modern ve postmodern çağ diyeceğimiz bir dönemde böyle bir insanla tanışmak, hemhal olmak, çok zor bulunabilecek bir ayrıcalık. Ali yalnızca yazılarından tanıdığı, aşina olduğu bir isme de, yani bendenize aynı yakınlığı, ilk görüşmemizde göstermişti. Onda ilk şaşırdığım ve anlamakta güçlük çektiğim özellik bu oldu.

Ne yapabiliriz?” bir birliktelik ifadesidir

Önyargısız bir insandır diyemem Ali için. Fakat Ali önyargılarının üstüne çıkıp, insanlara o şekilde yaklaşmaya çalışan biridir. Bu manada Ali’nin çevresinde bulunmak hem çok tehlikelidir, hem de çok öğreticidir. Çünkü şunu kesinlikle biliyorum: Fayrap’ın mail grubunda yapılan meşhur tartışmalarda, çirkin bir portre çizdiğimi düşünüyordum. Yani mail grubunda sürekli yenik düşen biri vardıysa, o kişi bendim. Ve böyle bir portre çizdiğimi düşündüğüm için Fayrap’ın temel taşlarından, baş yazarlarından, editörlerinden biri olan Ali, bana karşı mesafeli olacak sanısıyla onunla buluşmuştum. Bendeki bu önyargıyı ilk dağıtan şey, Ali’nin “Nerede oturuyorsun? Ne yapacaksın?” gibi sorulardan sonra, “Ne yapabiliriz?” diye sorması oldu. Aradaki fark büyüktür: Bu soruyu, İstanbul’da bana yalnızca Ali sormuştu. “Ne yapabiliriz?” bir birliktelik ifadesidir, hemen çizilen bir çemberin içine, karşındakini dahil etmek anlamı taşır. İstanbul gibi bir yerde böyle bir soru, ayrı bir öneme, sıcaklığa ve güvene sahip. Ve bunların hepsi Ali’de vardır.

Doğam gereği karamsar ve kötümserim. İnsanlara karşı ister istemez bir güvensizlik taşırım. Fakat benim gibi birine bile, önyargılarını yeniden düşündürecek, onları dağıtmak için çaba sarf ettirecek, insanları sevmemi ve halka yaklaşmamı sağlatacak tüm donanım Ali’de vardı. İstanbul’da tanıdığım farklı insanların neredeyse tamamını Ali sayesinde tanımış ve sevmeye çalışmışımdır. Tanımak konusunda başarılıyım, fakat sevmek konusunda Ali’nin yaptığı imtihan sonucunda sınıfta kaldığımı söyleyebilirim. Bu sınavdan Ali bütün dostlarını geçirir. Belki farkında olarak, belki de hiç farkına varmadan. Ali’yle kurulan birliktelik bu tür ince sınavlardan geçmek anlamına gelir. Farklı bir tecrübedir bu ve mutlaka insanda bazı değişikliklere sebep olur.

Bu yüzden diyebilirim ki Ali’yi tanıyan Ömer’le, tanımayan Ömer arasında çok fark var. Bunu Ali bilinçli, programlı yapmaz. Kendiliğinden olan bir şey. Ali doğal olarak sağlam bir hocadır. Yani şahsiyetiyle, hal, hareket ve yaklaşımıyla… arkadaşını düşündürür, olgunlaştırır, okumaya teşvik eder, bazen onu çok mutlu eder, bazen de tarifsiz acılar içine sokar. Fakat her halükarda bir şeyler öğretir. Ve bu bilgilenme kalıcıdır. Karaktere işler. Adeta insanın kimliği olur çıkar. Hele ki benim gibi çabuk etkilenen, insanlara az güvenmesine rağmen, inanmaya karşı çok açık olan biri için, Ali şeyh olmaya namzettir.

Elindeki imkanın içinde başkalarının hakları da olduğunu bilir

Ali İstanbul’da bana aklını, gönlünü ve evini açan ilk insandı. Başka yerlerde de bunun önemi tartışılmaz, ama İstanbul gibi bir yerde, önemi bir anda ona, yüze, belki de bine çıkar. Evini taşradan gelmiş, üç beş şiir yazmış, işsiz bir insana açmak ne demektir? İyiliği karşılıksız yapmak demektir. Ali’nin en sevdiğim özelliği de budur; söz ve davranışlarında hesapsız oluşu. Yani karşıdakiyle faydacılık temelinde bir ilişkiye girmemesi. Hiçbir arkadaşlığını al gülüm ver gülüm gibi çirkin bir alışverişe dönüştürmemesi.

Onun elinde bir imkan vardır. Ve bu imkanın içinde başkalarının hakları da olduğunu bilir Ali. Bu açık görüşlülük ve gönül safiyetiyle elindekini başkalarıyla paylaşır. Paylaşmadan önce ve sonra elime ne geçecek diye düşünmez. Ali karşısındakinden zaten kendine özel bir biçimde bilgilenmeyi bilir. Müslümanca bir bilgileniştir bu; hikmet boyutu vardır. Çünkü bilir ki her şey Allah’tan (cc) gelir ve Allah’a (cc) döner. Her şey Allah’tan (cc) beklenir ve alınır. İnsanlara karşı ise Allah’ın (cc) koyduğu ölçüler doğrultusunda yükümlülüklerimiz vardır. Ali’de bunun müşahedesiyle karşılaşılır.

Ali’nin bazen hiç alakasız bir konuyla ilgili çalıştığını görebilirsiniz. Misal, Ali Van gölüyle ilgili yapılmış bir bilimsel çalışmayı Almancaya çevirmektedir. Bunu kılı kırk yararcasına, beş on sözlük karıştırarak yapmaktadır. Oysa onun yazması gereken yüksek lisans tezi olduğu gibi durmaktadır. Gecikmiştir, bir an önce bitirilmesi gerekir. Aklınızdan geçirirsiniz, sanırım Ali bir çeviri işini almış, para kazanacak ya da teziyle ilgili bir çalışma içinde. Fakat ona sorduğunuzda, çok uzak, belki de yıllardır görüşmediği bir akademisyenin makalesini Almancaya çevirmektedir. Bunu öğrenirsiniz ve sorarsınız: Neden? Cevap: Arkadaşı rica etmiştir. Para karşılığında mı? Hayır. Sadece karşıdakinin yardım istemesi yeterli olmuştur. Yardım edilen kişi yakın akraba veya tanıdık mıdır? Yo, belki beş yıl önce bir bardak çay içilirken tanışılmış ve telefonlar alınmıştır o kadar. O zaman Ali neden bu kadar çok uğraşıyorsun makaleye? Hem de sabah namazına kadar, bilemedin ertesi gün yine aynı makaleye aynı yoğunlukla. Buna Ali’nin bir cevabı vardır, fakat onu şu an bu cevapla meşgul etmemek gerekir. Düşünüp, o cevabı kendiniz bulmalısınız. Ki kalıcı ve etkileyici bir cevaba ulaşasınız ve onda kendi hayat tecrübenizden izler yakalayasınız.

Anladım ki haberin sonuna ulaşamayacağım, daha yazılacak çok şey var Ali için. Kendinden önce başkalarını düşünen, kendi işinden önce başkalarının işi için koşuşturan birini zaten böyle birkaç sayfayla anlatmak mümkün değildir. Ve henüz onun makale ve şiirlerinden dahi söz edemedik. Kütüphanesinden, okuduğu kitaplardan, muhalifliğinden, Türkçesinden, bir fikirden başka bir fikre yaptığı incelikli yolculuktan, musahhihliğinden… Tabii bir de onun editörlüğü vardır. Mükemmel bir editördür Ali, eline kalemi alıp, şiirinizin veya yazınızın içine daldığı zaman. Şiir veya yazınızın atar damarlarına kadar ulaşabilir çünkü. Şaşırıp kalırsınız ve şunu fark edersiniz, siz o metni yazarken bile bu kadar özen göstermemiş, dikkat etmemişsinizdir. Sanırım bunların tümü ve aklıma gelmeyen daha birçok yönüyle ileride Ali’yi tekrar tekrar yazmamız gerekecek.

 

Ömer Yalçınova yazdı