Kocaeli İmam-Hatip Liseleri Mezunları Derneği (KİHMED)’in Yunus Emre Kültür Merkezi’nde aylık olarak düzenlemiş olduğu konferansların Perşembe akşamki konuğu Akra FM’de “Duyarlı Gençlik” adında bir program hazırlayan, Hayata Gülümse, İnsancıklar İçinde İnsan Olmak kitaplarının yazarı Sıtkı Aslanhan idi. Mevzu ise hepimizi yakından ilgilendiren çocuk yetiştirirken yaşadığımız zorluklar ve doğru yaptığımızı zannettiğimiz yanlışlardı.
Merhamet, sevgi, şefkat eksikliğine nasıl çare bulalım?
Sıtkı Aslanhan konuşmasına bir soru ile başladı: “Her türlü imkânı sağladığımız, yemeyip yedirdiğimiz, giymeyip giydirdiğimiz çocuklarımız ne oldu da bu hale geldi?” Zira asan, kesen, yaralayan gençlerin her gün inanmakta zorlanacağımız türden vahşet haberlerini daha çok duyuyoruz son yıllarda. Ve cevabı verdi: “Çünkü neredeyse son on yıldır anne-babalar çocuklarının sadece okul başarısına odaklandı. Sınav sonuçları nasıl? Notları ne alemde? Herkes ‘hocam çocuğum fen lisesini nasıl kazanabilir? Hangi dershaneye göndereyim?’ diye sorular soruyor. ‘Merhamet, sevgi, şefkat eksikliğine nasıl çare bulalım’ diyen yok.”
Belki çoluk-çocuk, okul, veli toplantısı ortamlarına uzak olanlar abartıldığını düşünebilir bu meselenin. Zira insanın içinde bulunmadığı bir durum ile alakalı isabetli tespitler yapması pek de mümkün değil. Aileler çocuklarından büyük bir yarış içerisinde. Hoş çocukları bu hallere getiren zaten ebeveynler. Kızım birinci sınıfta okurken onu almaya okula gittiğim günlerde annelerin konuşmalarına tanık olurdum da kendimi ne suçlu hissederdim. “Akşam şu problemi çözdük, bu konuyu işledik, o ders aslında öğle değil, çözümü şöyle falan da filan.” Bizim evde böyle bir vukuat yok. Çocuğun kendi ödevini kendisinin yapması gerekmiyor mu? Takıldığı, anlamadığı yer olunca soruyor zaten. Ama çocukla birlikte saatlerce ödev yapmak da nesi?
Tabi bu insanlar sizi paranoyak yapıyor. Bir değil, iki değil… En son öğretmenine sordum, durumu anlattım ve “biz öyle birlikte ders çalışmıyoruz, kendisi yapıyor ödevini” dedim. Öğretmen güldü ve “merak etmeyin, sizin kızınız sorumluluğunun farkında, sizin çalıştırmanıza gerek yok” demişti de rahat bir nefes almıştım. Sonuç itibarı ile biz de okuduklarımızdan, dinlediklerimizden öğrendiklerimizi uygulamaya çalışıyoruz. Lakin insanlar hemen hükmü veriyor. Gaddar anne, sorumsuz anne vs. Artık bir de 10 yaşlarındaki çocukları dershaneye göndermeler bile başladı ki varın gerisini siz düşünün. Anlayamadığım şu ki; çocukları okula getirip-götürürken, çantalarını kendisine taşıtmayıp anneler omuzlarken ve hâlâ ağızlarına yemek vermeye uğraşırken çocuk küçük; ama iş dershaneye göndermeye gelince yaşı tutuyor. Vah ki vah, yazık o çocuklara…
Akşamları en azından yarım saat ailecek bir araya gelip dertleşmeliyiz
Sıtkı Aslanhan sonrasında sözlerine şöyle devam etti: “Ergenlik diye bir kavram çıkardılar. On iki yaşında bir başlıyor bu süreç, neredeyse yirmi beş yaşına kadar sürüyor. Ne zaman bir problem olsa ‘ergen o ergen’ deniyor. Ne hikmetse biz hiç ergen olmadık. Depresyona da girmedik. Vaktimiz yoktu çünkü. Şimdiki çocukların canları sıkıldıkça depresyona giriyorlar. Peygamber Efendimiz’in ashabım dediği insanları ben kocaman adamlar zannederdim. Hz. Ali, Zübeyr Bin Avvam, Enes Bin Malik… 8-20 yaş arasında kimisi çocuk, kimisi daha bıyıkları yeni terlemiş gencecik insanlar. Onlar ergen olmadılar mı?”
Sözün bu kısmında Aslanhan daha çok hanımlara yönelerek şunları söyledi: “Siz hizmetçi misiniz? Evin bütün işini niçin üstünüze alıyorsunuz? Evde boyunuz kadar kızınız, oğlunuz var ama siz onlara iş yaptırmıyorsunuz. Çocuklarınıza iş yaptırın. (Tabi bu durumda gaddar anne olma ihtimaliniz yine gündemde.)”
Sıtkı Arslanhan bir başka noktaya daha değiniyor ve şunları söyledi: “Evin içinde bir arada olamıyoruz ki, herkes başka bir odada. Biri televizyon karşısında, biri bilgisayarda, diğeri cep telefonu ile oynamakta. Peki, niçin bütün senaryolar gençlerin üzerinden yürütülüyor. Bunun bir sebebi var. 2020 yılında Avrupa’da sokaktaki her iki kişiden biri 60 yaş üstü olacak. Bizim nüfusumuzun %75’i gençlerden müteşekkil. Kendi gençleri olmadığı için gözlerini bizimkilere diktiler ve ‘madem bizim yok, onlarınki de olmasın, olursa başımıza bela olurlar’ diyerek gençlerimizi kendilerine benzetmeye çalışıyorlar.”
Sıtkı Aslan çözüm için ise şunları söyledi: “Çözüm nedir acaba? Sadece biraz sevgi. Hiç değilse akşamları bir yarım saat bütün aile fertleri bir araya gelip dertleşmek, sohbet etmek, gözlerimizin içine bakarak hal hatır sormak. Yani biraz hız kesmek, yavaşlayıp durmak ve birbirimize dönmek kısacası.”
F.Kebire Gündüz Karaaslan haberdar etti