“Ancak gerçek manada varolabilen insan, hakikatin bilgisine ulaşabilir.” ilkesinden hareket eden kadim gelenekler, varolma biçiminin bilme melekelerini ve süreçlerini belirlediğini vurgulamışlardır. Buna göre gerçek bilgiye, ancak gerçek manada varolmaya başladığımız zaman ulaşabiliyoruz. İbrahim Kalın’ın Küre Yayınları tarafından yayımlanmış “Akıl ve Erdem” adlı eserinde ileri sürülen ana tezlerden biri, bu önermenin sadece bireyler için değil kolektif yapılar, toplumlar ve gelenekler için de geçerli olduğu noktasında.
Yine “Bir tarafta sağlam ve derin kökleri olan ve böylece dünyada bir varolma noktası bulunan, diğer tarafta açık ufuk perspektifiyle dünyaya bakan ve yeni imkânlara kapı aralayan bir özne olmak mümkün müdür?” sorusu “Akıl ve Erdem”in cevabını bulmaya çalıştığı temel sorunsallardan biri olarak karşımıza çıkmakta. Yazar, bu hedefe ulaşmak için muhasebe ve inşa düzlemleri arasında sürekli ve dinamik bir ilişkinin olması gerektiğine dikkat çekmekte, tek başına muhasebenin sadece aynaya bakmamızı sağlayacağını, fakat asıl ve önemli olanın aynadaki sureti gördükten sonra “Ne yapmalıyız?” sorusuna cevap niteliğinde bir fikrimizin ve “yapmamız gereken şey” hususunda sağlam bir irademizin olması gerektiğine vurgu yapmakta.
Aydınlanmanın ve Türk modernleşmesinin muhasebesini yaparken inşa sürecine zemin teşkil edebilecek temel meselelerin ortaya konmaya çalışıldığı ilk bölümde öncelikle “toplumsal muhayyile” kavramının hem İslam düşünce geleneğindeki hem de modern düşüncedeki köklerine inen yazar, toplumsal muhayyilenin bir toplumun ve milletin varlık karşısındaki temel tutumlarını, önermelerini, hissiyatını ve tercihlerini temsil ettiğini bunun yanında birlikte düşünmek ve birlikte hissetmek anlamlarını da çağrıştırdığına ifade ediyor. Yine yazara göre farklı bilme türleri arasında epistemik bir bütünlük öngören toplumsal muhayyile, bir tarafıyla “kök”lere yani tarihe ve geleneğe dayanan öbür tarafıyla geleceğe dönük “açık ufuk” özelliğiyle kapalı bir sistem değildir ve doğal olarak gelişmeye ve tekâmüle açıktır. Nitekim gelenek “gelen-e-ek”, geçmişin tekrar edilmesi değil, derin köklere sahip yaşayan bir organizmanın yeni ufuklara doğru yükselmesi ve hayatiyetini devam ettirmesidir.