Güncel bir meseleyi tartışırken geçmişe dönüp baktığımızda en çok hayret ettiğimiz şeylerin başında aynı meseleleri aynı şekilde tartışıyor olduğumuz gerçeği gelir. Aslında bugünü ve yarını konuşmanın en önemli adımı, belki de olmazsa olmaz şartı dün neler olup bittiğini anlamak ve bugünü ve geleceği bu birikim üzerine kurmaktan geçer.

Tanzimat sonrasında tartışılan fikirleri anlamak, bilmek de bu bağlamda önem arz ediyor. Aslında o dönemdeki fikrî – ilmî – edebî tartışmaların çok aktüel bir tarafı var. Rıdvan Özdinç tarafından kaleme alınan Akıl, İrade, Hürriyet: Son Dönem Osmanlı Dinî Düşüncesinde İrade Meselesi adlı kitap tam da bu çabanın bir ürünü. Dergâh Yayınları’ndan çıkan bu çalışmada modernleşmeyle birlikte bütün iyi ve güzel şeyleri etrafında topladığına inanılan hürriyet fikrinin genelde Müslüman, özelde ise Türk kültür sahasında ne gibi etkilerinin olduğu meselesi merkezde.

Bir ucu daima kader meselesine çıkan akıl, irade ve hürriyet kavramları aslında geçmişten bugüne düşünce dünyamızın en çetrefilli mefhumları. Osmanlı’nın girişmiş olduğu yenilik ve kurtulma çabalarının dinî zeminini araştıran Özdinç, irade meselesi etrafında bütün bu değişimin peşine düşüyor. İnsanı değiştirmekte karar kılan bu zihniyetin çabalarının dinî zeminini oluşturan irade meselesi burada kritik bir noktada duruyor. Özellikle oryantalistlerin iddiaları, Müslüman âlim ve mütefekkirlerin arayışları bütün bu değişim ve dönüşümü irade, kaza ve kader meselesi etrafında şekillendiriyor. Kelamî, tasavvufî ve fıkhî birçok meselenin gelip dayandığı irade meselesinin Osmanlı son dönemindeki merkezî yeri bize farklı şeyler söylüyor. Bu değişimin izlerini sürmek bütünüyle değişen, dönüşen hatta değişmeyen üzerindeki ilgiyi besliyor.

Ehl-i Sünnet içinde Eş’arî-Mâturîdî münasebetleri birçok ciddi, ilmî ve fikrî tartışmayı içinde barındırıyor

Yanlış kaza ve kader anlayışının Müslümanları geri bıraktığı, bu inancın şekillendirdiği insan ve Müslüman tipinin pasif halinin terakkiye mani olduğu gibi, oryantalistlerin ve bir sonraki adımda batıcı, Türkçü hatta İslamcı çevrelerin yaygın iddialarının gölgesi bugün dahi birçok meselenin üzerinde. O günden bu tarafa kim neyi ne kadar değiştirmiş? Bu sorunun eşliğinde eseri okuduğumuz zaman aslında değişen pek de bir şeyin olmadığını görüyoruz. Bütün bunlar olup biterken bizim daha çok fıkhî cephesiyle ilgilendiğimiz mezhepler, Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Sünnet içinde Eş’arî-Mâturîdî münasebetleri birçok ciddi, ilmî ve fikrî tartışmayı içinde barındırıyor. Mesela Osmanlı’nın son şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi’nin gerek eserlerindeki fikrî seyri gerek Mısır’a gittikten sonraki dönemde Eşari-Maturidi üzerine yaptığı değerlendirmeleri siyasî tarihle ve gidişatla birlikte okumak birçok meselenin aydınlanmasına yol açıyor. Ehl-i Sünnet içerisinde bulunan birçok ismin örtük veya açık şekilde tarih boyunca düşman olunan Mutezile’yi desteklemeleri aynı zamanda Türkiye’nin dinî zeminini de anlamak için önemli. Bugün aktüelliğini koruyan Selefiliğin irade meseleleri etrafında modernist bir zihniyete yaklaştığını görmek şaşırtıcı.

İslamcılığın farklı alanlardaki tezahürleri ile klasik ilim geleneğimizle olan ilişkileri dikkate değer bir başka konudur. Özdinç’in vurguladığı gibi ulema ve İslamcıların meselelere yaklaşımının aktüel cephesi bu “yeni insan” arayışlarının seyrini ve niteliğini de ortaya koyuyor. Bir meselenin ve yöntemin neticelerini test etme imkânı bulunca aynı zamanda onun sıhhatini de test etmiş oluyoruz. Bugünkü tecrübenin yapılan tercih hatalarını göz önüne çıkardığını düşünen yazar, aynı klişelerle inşa edilen dünyanın arzulanan bir yer olmaktan çıktığını belirtiyor.

Mesele insanın kendini ve toplumu değiştirme potansiyeli üzerinde düğümleniyor. İslamcıların ve devrin aktörlerinin sıcak durdukları belirli dinî referansların modernleşme, profanlaşma ve sekülerleşme adına almış olduğu yolu nasıl izah etmeliyiz? Din-devlet ilişkilerine, ahlakî ve toplumsal değişime, yeni insan tipinin kabul ve ret edilen cephelerine bakarak Halife - ümmet merkezli bir anlayıştan çıkarak ferdî bir karaktere bürünen Müslüman bireyin zihnî değişim ve dönüşümü olup bitenlerin en önemli açıklayıcılarından birisi.

Ümmeti kurtarma çabalarının teorik zeminine dair yapılması gereken itikadî, ahlakî ve toplumsal izahlar daha konuşulacak çok şey olduğunu ikaz ediyor.

Orhan Arslan yazdı