Türk resmi ideolojisinin ya da cumhuriyet ideolojisinin ya da Kemalizmin tarihi, gerçekleri tahrif etmenin, tarihsel şahsiyetleri bulanıklaştırmanın, geçmişi dezenformasyona uğratmanın tarihidir. Resmi tarih, kendi gerçek varlıklarından kaçırılmış, tamamen başka kaderlere, başka hikâyelere hapsedilmiş insanlar galerisi gibidir. Sistem, kendini meşrulaştırmak gayesi ve kendine muhalefet edenleri etkisizleştirmeye matuf tutumuyla yoğun bir propaganda kanalını işlerliğe sokmuştur. Burada karılan, yoğrulan, dışarıya yansıtılan bilgi ve enformatik malzemelerle olaylar ve kişiler tamamen kendilerine zıt bir karaktere büründürülmüşlerdir.
Sistem, kendini meşrulaştırabilmek için sonuna kadar Akif’ten faydalanmış ve…
Resmi ideolojinin yukarıda bahsettiğimiz bu sorunlu karakterini en bedihi bir şekilde görebileceğimiz insan Mehmed Akif Ersoy’dur. Burada sarahaten göreceğimiz şey hastalıklı ve baştan ayağa sıkıntılı bir süreçtir. Koca bir imparatorluğun yıkıntılarından doğan Cumhuriyet, kendini ortaya çıkartan milli unsurları birer birer gözden çıkarmış ve tasfiye etmiştir. Resmi ideoloji, sürdürülebilirliğini geçmişi göstermeyerek ve onu bozuma uğratarak sağlayabilmiştir. Yok edebildiklerini etmiş, ortadan kaldırmaya muktedir olamadıklarını bir şekilde dönüştürerek yürüyüşünü sürdürmüştür. Akif, yok edilemeyen ama dönüştürülmeye çalışılan bir değer olarak görülür.
Sistem, kendini meşrulaştırabilmek için sonuna kadar Akif’ten faydalanmış, aynı zamanda onu silikleştirmeye, yok etmeye yönelik faaliyetlerden de geri durmamıştır. “Neden” diyecek olursak Akif bir anda vazgeçilebilecek, basit bir şahsiyet değildir. Bunun yanında onun varlığı yeni sistem için, geliştirilen yeni paradigma için tehlike arzetmektedir. Resmi ideoloji, reddi miras üzerinden yükselen, içinden doğduğu eskiyi tasfiye eden bir yapıya sahiptir. Akif ise burada bir direnç noktası olarak görülecektir. Yeninin eskiyi yutmaya karar verdiği anda Akif, o dupduru, namuslu ve pazarlıksız şahsiyetiyle yeni sisteme günahlarını hatırlatacaktır.
İki Akif. Biri resmi ideolojinin soğuk metinlerine hapsedilmiş Akif. Adına törenler düzenlenen, ruhsuz anmalarla hatırası çiğnenen, hiç olmadığı kalıplara sokulan… Üzerine zoraki ideolojik elbiseler giydirilmeye çalışılan… Diğeri milletin sinesinde bütün samimiliğiyle, inanmışlığıyla, erdemiyle yaşayan Akif. Her türlü zorlama ve sonradan üretilme tanımların içinden bütün hakikatiyle sıyrılıp çıkan… İstiklal ruhunun sözcüsü…
Akif: Gönül toprağını vatan için türbe yapabilen bir adanmış
Akif. Akif’i konuşurken herhangi bir insandan konuşmuyoruz. Osmanlı’nın tasfiyesiyle birlikte herkesin menfaat trenine atladığı, gemisini kurtaranın kaptan olduğu, memleketin her yerini makam ve mevki hırsıyla yanıp tutuşanların doldurduğu bir ortamda varlığına zerre miktarı dünya metaını bulaştırmayan, saflığın ve iyiliğin zirvelerinde bir âdemoğlundan bahsediyoruz. Temiz, içten, samimi, gösterişsiz bir dindardan söz açıyoruz. Siyasetin her alanında yer alan ama siyasetin ayak oyunlarını bir türlü beceremeyen Akif. Gönül toprağını vatan için türbe yapabilen bir adanmış… Gerçek vatanseverlik…
Zaten Akif’in dezenformasyona uğratıldığı alanların en başında vatan gelir. Diğeri ise milliyet… Kendini Misak-ı Milli sınırlarına hapseden yeni Cumhuriyet, “vatan şairi” diyerek Mehmed Akif’i kendi gerçekliğinden koparmıştır. Vatan O’nun için İslam ümmetinin yaşadığı bütün topraklardır. Osmanlı’nın tarihî/siyasi/kültürel sınırlarıdır aslında. Salt Misak-ı Milli sınırları değil. Bilindiği gibi kendisi Arnavut’tur. Sürgüne gittiği yer de Mısır. Demek ki uluslaşma serüveniyle birlikte çizilen bir sınır tasavvurunu kabul etmemiştir. Diğer yandan Akif’in milliyetçiliği kavmiyete, ırkçılığa dayanan bir karakterde değildir. Hatta ırkçılığı bir hezeyan olarak görür. O, kendini İslam Milleti içinde görür, o milletin bir ferdidir. Türedi, uluslaşmayla birlikte dayatılan ve resmi ideolojinin putları olan “vatan” ve “millet” anlayışı Akif’in anlayışıyla uyuşmaz. O’nun bu konulardaki anlayışına kaynaklık eden şey İslam’dır. Etnisiteye dayalı bir kavramsal algılama söz konusu edilemez. Akif, zamanın en bozulmamış İslam terbiyesiyle yetişen neslindendir. Bu kaynaktan resmi ideolojinin saçmalıklarına gerçek malzeme çıkmaz. Ancak çarpıtma ve yalan dolu enformasyonla kendini büyük göstermeye çalışan küçük beyinlerin varlığı hatırlanır.
Bir ömür yoksulluğu yaşayan İslam’ın garip gönüllüsü
Mehmed Akif. Mütefekkir, mütercim, hafız-ı Kur’an, vaiz, aksiyoner, mebus, Kur’an şairi… Gerçek bir vatansever, gerçekten yaşayan, gerçeği yaşayan… Alabildiğine tevazu, bütün içtenliğiyle samimiyet… Vefanın, dostluğun şahsında abideleştiği… Bütün samimiyetiyle inançlara ve değerlere tavizsiz bağlılık… Gittikçe cüceleşen, ilkesizleşen siyaset simsarlarına karşı bir kal’a gibi duran…
Akif, koca çınar Osmanlı’nın yaprak döküşünün, kuruyuşunun, yok oluşunun derin bir acıyla ruhunda makes bulmasıyla birlikte kendini baş döndürücü bir mücadelenin içine atar. Kölelikle özgürlüğün, direnişle çözülüşün, cefayla konformizmin iki yegâne seçenek olarak ortaya çıktığı dönemlerdir bu dönemler. O, direnişi, cefayı, özgürlüğü seçer. Ve durmak, yorulmak bilmeden yalnızca rıza-ı İlahi için ter döker. O’nun davası kişisel ikbal davası değildir. İslam’dır. Ümmeti Muhammet’in selametidir.
Milli Mücadele yıllarında her yerde karşımıza çıkar. Teşkilat-ı Mahsusa’da Kuşçubaşı Eşref’in yanı başındadır. Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nin vaaz kürsüsündedir. Sırat-ı Mustakim ve Sebilürreşat dergileriyle matbuat âlemindedir. Milli Mücadele’nin şairi, gezgini, hatibi, gazetecisi, siyasetçisi. I.Meclis’te Burdur Mebusu. İstiklal Marşı’nı yazan irade. Yaptığı bunca işten cebine beş kuruş para girmeyen, bir ömür yoksulluğu yaşayan İslam’ın garip gönüllüsü. Çağdaşlarının her türlü imkânı kullanarak bolluk içinde yaşadığı bir dönemde onun giyecek ikinci bir pantolonu olmamıştır. Cebindeki üç kuruş parayı da fakir fukarayla paylaşmıştır. Evet, Akif, bir devletin yıkılışından yeni bir cumhuriyetin kuruluşuna kadarki bütün süreçlerde en önde yer almış olan biri. Kaynağın en başında duran…
Bir karanlık anlayışsızlığa sürgündür Mehmed Akif
Osmanlı’nın tasfiyesinden sonra onun küllerinden doğan ve harcında Akif’in kanı, canı, emeği, gözyaşı olan Türkiye Cumhuriyeti, ne yazık ki Akif’i ve Akif gibileri tasfiye etmekten geri durmamıştır. Tek gayeleri vatanı salim bir limana ulaştırmak olan gerçek vatanseverler birer birer siyaset sahnesinden uzaklaştırılmıştır. Her zamanki gibi siyaset oyununu iyi oynayan açıkgözler köşe başlarını kapmışlar. Namuslu ve saf adamlar siyaset bezirganlarının arasında yer bulamamışlar.
Akif’in peşine hafiyeler takılmış, izlenmiş. Mısır’a gönüllü sürgüne mecbur edilmiş. Yokluklar, yoksunluklar peşini bırakmamış büyük şairin. İstiklal Marşı’nın şairi büyük bir vefasızlığa terk edilmiştir. Onun yazdığı bağımsızlık marşı, sınırları emperyalistlerle birlikte çizilen ülkemizin evlatlarına işkence aracı olarak kullanılmıştır. İslam topraklarının gavur çizmesiyle çiğnenmediğinin göstergesi marşımız hapishanelerde gençlere dipçik zoruyla söyletilen bir metne dönüştürülmüştür. Resmi ideolojinin sert, pozitivist karakteri Akif’in aşkın, coşkun kişiliğini mahkûm etmek istemiştir.
Mehmed Akif. Soğuk metinlere, zorlama nümayişlere hapsedilen ve hatta milletten kaçırılan bir millet âşığı... Kısır siyasete, kaypak insanlığa, derinliksiz tayahhüle hapsedilmiş bir aksiyonerdir o. Maalesef hayatı boyunca hiç benimsemediği düşüncelerle ilişkilendirilip durmuştur. Onu, küçük beyinler anlayamamış ya da yanlış anlamıştır. Bir karanlık anlayışsızlığa sürgündür o.
Akif’in çektiği bütün sıkıntıları aynı zamanda ailesi de fazlasıyla çekmiştir. Çocukları hayatlarını fakr u zaruret içinde sürdürmüşlerdir. Hatta bir oğlu bir çöp konteynırında ölü olarak bulunmuş, kızı da bir belediyenin kendisine kiraladığı evde ömrünü tamamlamıştır. Bakmayın siz resmi törenlerde, nümayişlerde konuşulan yaldızlı laflara. Akif adına düzenlenen cafcaflı törenlere… Resmi ideoloji Akif’i hiç benimseyemedi aslında. Ama vazgeçemedi de… Onun hayatını, eserlerini deforme ederek kendini sağlamlaştırdı.
Onun ruhunu hissetmeli, ruhuna maya olan kadim kaynağı keşfetmeli
Akif, Ümmet-i Muhammed için hep sevilecek, mücadelesi örnek alınacak engin bir mirastır. Bütün türedi fikirlere inat O’nun dile getirdiği, diline gelenler bu toprakların özünden neşet etmiştir. O, bu toprakların ateşiyle ruhunu harlamış, bu coğrafyanın sabrıyla pişmiştir. Hamlık, hamaset onun semtine bile uğrayamaz. O vatanın, milletin, acının, yoksulluğun edebiyatını yapmamış bizatihi yaşamın kalbinden seslenmiştir. Sahicidir onun sesi. Sesi milletin göğünde çınlar. Aksiseda bulur. Nitekim cenazesinde bu görülmüştür. Binlerce insanın omzunda yolcu edilmiştir gerçek âleme.
Akif’in mirası önümüzde bütün açıklığıyla duruyor. Bu mirası iyi bilmek, muhafaza etmek ve onun bu mirasını daha ileriye taşımak gerekir. O, sadece bilimsel konferanslara, ruhsuz anmalara mahkûm edilmemeli. Sokaklara, parklara adının verilmesiyle işin bittiği düşünülmemeli. Onun ruhunu hissetmeli, ruhuna maya olan kadim kaynağı keşfetmeli. Kısır tartışmaların, benlik yarıştırmaların karşısında onun aksiyoner kişiliği; sertliğe, hoyratlığa, bencilliğe karşı onun temiz ahlakı, yumuşak huyluluğu… Haksızlığa, zalimliğe karşı haykırışı…
Bütün sahiciliğiyle yanımızdadır o… Yakınımızda…
Muaz Ergü yazdı