Akçaabat sahilinde yürüyorum. Limanda oturup ince belli bardakta çay içiyorum. Ortamahalle evleri komşu mahallelere estetik bulaştırıyor. Merkez İlkokulu'nın müze yapılması harika fikir... İnternete bakınıyorum ama Akçaabat’ı İngilizce, Almanca tanıtan bir sayfa yok. Akçaabat horonu dünyanın en önemli kültür değerlerinden ama horonu turistlere tanıtacak bir kurgu olmadığı için potansiyelinin yüzde birinde duruyor.

Cevat Şakir'in Bodrum'daki evinin hamburgerci olması gibi kapitalizm bu geç aşamasında kültürü sömürüyor. Ülkenin resmi tanıtım filmlerinde bilumum kilise, cami, sahil ve yapmacık tavırlar kullanılıyor. Anadolu’da geleneksel kıyafetlerini giymiş bir çocuğun, gülen bir babaannenin fotoğrafındaki şiiri tanıtım otoriteleri yakalayamıyor. Bir ülkeyi sadece mimari ve doğal güzellikleri için görmek istemezsiniz. Özgün insanlarını, onların nasıl güldüğünü tanımak istersiniz. Bu şiiri bilen Leonardo Dalessandri Watchtower of Turkey ile geçmişte milyon dolarları heba ederek hazırlattığımız kampanyalardan çok daha değerli bir tanıtım filmini çıkardı. Hem de ücretsiz olarak…

Akçaabat'ın rengarenk süslü ineklerini, serenderde asılı sarı mısırlarını, geçmişin tütün yapan güzel kadınlarını, bir tabloyu andıran hamsi tavalı, lahana sarmalı sofralarını, Ak Cami'nin önünde 1980'lerde bekleyen rengarenk transit eski dolmuşlarını, köy sobalarının üzerindeki turuncu portakal kabuklarını, bahçede odun ateşinde çay içen ihtiyar amcaları anlatmak, tanıtmak gerek.

Şehrin ölü edipleri kadar yaşayanları da önemli. Şair Atilla Alp Bölükbaşı’nın “Anılarda Akçaabat”, “Akçaabat Spor Tarihi” gibi bellek çalışmaları var. Serkan Türk yıllarca Trabzon’da Ada edebiyat dergisini çıkardı. Hasan Öztürk Rize’de Mavi Yeşil edebiyat dergisini hala çıkarıyor. Maalesef birtakım mühim kimseler ülkenin kalburüstü dergilerinden olan Ada ve Mavi Yeşil'e yeterli alakayı göstermemişlerdir.