Giriş
“Huzur”, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın roman üçlemesine ait bir kitap olarak 1948 yılında yayımlanır. Üçlemenin diğer iki kitabı, “Huzur”da ayrılığın acıklı, unutulmaz ve hatta nesillere aktarılmış bestesi olarak tanıtılan, “Mahur Beste” ve “Sahnenin Dışındakiler”dir. Bu üç kitap, kahramanları bakımından benzeseler de konu ve aktarılan dönem olarak birbirlerinden bağımsızdır. “Huzur”, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen evveli bir dönemi anlatır.
Mümtaz, ailesinin ölümü ile İstanbul’a kendinden yaşça büyük kuzeninin yanına yerleşir. Gerek İhsan gerekse İhsan’ın eşi Macide, Mümtaz’la derinden alakadar olurlar. İhsan’ın fikirleri ve zevkleri Mümtaz için önemlidir ve karakterinin şekillenmesinde etkilidir. Gördüğü tüm sevgi ve ilgiye rağmen Mümtaz aradığı huzuru bir türlü bulamaz, Nuran ile karşılaşana kadar ancak bu huzur tahmin ettiğinden de kısa sürecektir.
Eser, farklı iki zamanı birlikte ele almaktadır. Kitabın ilk ve son kısımları İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde geçerken ortadaki bölümler karakterlerin bir sene önceki yaşamını okuyucuya aktarır. Roman, geçmiş ve yazarın bugünü arasında gidip gelirken karakterlerin iç dünyalarını ve gelgitlerini de okuyucuya sunmaktadır.
Kitap özetinden bölümler:
İhsan’ın Hastalığı
İhsan, Mümtaz’ın amcasının oğluydu ve ona öz bir ağabey kadar yakındı. Bu yakınlığın bir neticesi olarak Mümtaz, İhsan hasta olduktan sonra sürekli onunla alakadar olmuş, doğru dürüst evden dışarı bile çıkmamıştı. Sürekli İhsan ile ilgileniyor fakat elinden telaştan, üzüntüden ve duadan başka bir şey gelmiyordu. Yine zor bir sabaha uyandı. Doktor, saat onda geleceğini söylemişti ama onu beklemeye mecbur değildi. Bir hastabakıcı bulmalıydı. İhsan’ın eşi Macide de harap bir hâldeydi. O da uzun zamandır bu hastalık dolayısıyla yıpranmıştı. Ayrıca evde annesi Arife Hanım, çocukları Ahmet ve Sabiha da bu hastalıktan muzdarip olmuşlardı. İhsan’ın hastalığı herkesi fazlasıyla etkilemişti.
Bunun dışında bir de bu sıralar peyda olan bir kiracı meselesi çıkıvermişti ailenin başına. Kira ödeme zamanları ortada görünmeyen adam, şu zor zamanda görüşme talep ediyor, ikide bir arıyordu. Esasında kira işleriyle meşguliyet görevi, Mümtaz’a aitti. Daha çok o, koşturuyor, kirayı o alıp teslim ediyordu. Bu kiracı meselesi, İhsan’ın annesine ait küçük bir dükkânın tutulmasıyla çıkmıştı. On, on iki senedir beğenmediğini belli ettiği ancak ödeme yapmak için nazlandığı bu dükkândan çıkmayı bir an olsun aklına getirmeyen kiracı, görüşmek maksadıyla iki haftadır üst üste haberler gönderiyordu. Fakat ailenin derdi, şu aşamada bu görüşme değil İhsan’ın sağlık durumu idi.
Mümtaz, hastabakıcı bulmak için baktığı adreslerin çoğundan boş dönmüştü. Mesela, ilk soruşturduğu adreste “Fatma” adında bir hastabakıcı hiç oturmamıştı. Sadece evin kızı, savaş olursa ihtiyaç olur, diye hastabakıcı kursuna gitmişti. İkinci uğradığı evde gerçekten de bir hastabakıcı vardı ama o sırada orada değildi. Üç ay evvel Anadolu’ya, bir hastaneye atanmıştı. Bir sokaktan diğerine geçiyor, oradan bakkallara, kahvecilere soruyordu. En sonunda birini buldu ancak bu kadın da kocası hasta olduğu için evde ona baktığını ve iş aramadığını öğrendi.
Hastabakıcı aramak için gezdiği tüm sokaklar Mümtaz’a geçmiş zamanlarını, Nuran’la dolaştığı yerleri hatırlattı. Kocamustafapaşa’yı, Hekimalipaşa’yı baştan başa gezdikleri o zamanları düşündü. Anacaddeden sonra yan sokaklardan birine sapınca orada bir barut fıçısının üzerinde oyun oynayan çocuklar gördü. Mümtaz, yürüyüşü boyunca bir düşünceden ötekine geçiyor, sanki etrafında bir yığın perişan ve hasta insan görüyordu. Nihayetinde eve dönmeye karar verdi. Geldiğinde Macide, uyuyordu. İhsan’ı kontrol etti, nefes alıp verişleri düzenliydi. O, hastabakıcı aramak için çıktığı sırada doktor gelmiş ve iyi haber bırakarak gitmişti. Mümtaz, bu haberlere çok sevindi. O an sanki hayatındaki her şey yeniden renklenmiş, güzelleşmişti.
Peki, ya Nuran ne yapıyordu? Bursa’da mutlu muydu? Nuran’dan uzun zamandır haber alamamıştı.
Mümtaz’ın Değişen Hayatı
Mümtaz, anne babasının yakın zamanlı ölümleri ile yıkılmıştı. İkisini de kaybetmesinin ardından kendisinden yirmi üç yaş büyük olan kuzeni İhsan’ın yanına, İstanbul’a gelmişti. Mümtaz’ın babası, bulundukları yerin işgali sırasında öldürülmüştü. Bir gece şiddetli bir şekilde kapı çalınmış ve açtıklarında oturdukları evin sahibine düşman olan Rum’u karşılarında bulmuşlardı. Adam, babasını evin sahibi zannederek tek kurşunla işini bitirmişti. Bu olayın üzerine annesiyle Akdeniz dolaylarına gittiler. İşgal sırasında sürekli ağlayan annesi, artık daha güçlü olmak zorundaydı. Hem oğlunu hem de kendini düşünerek hayatla mücadele etmeliydi. Ne yazık ki zavallı kadın bu mücadeleye fazla dayanamadı ve kısa süre sonra vefat ederek eşinin yanına gömüldü. Mümtaz şimdi yapayalnızdı.
Mümtaz’ın babası, İhsan’ı çok beğenir ve oğlunun da onun gibi olmasını arzu ederdi. Mümtaz, İstanbul’a, kuzeninin yanına geldiğinde İhsan, henüz bekârdı. Mısır’daki görevi yeni bitmiş ve İstanbul’a dönmüştü. Sağlık durumu Anadolu’ya geçmesine ve orada faaliyetlerde bulunmasına engel oluyordu. Burada gizli bir teşkilatta çalışacaktı. İhsan, yalnızca hâl ve hareketleriyle değil fikir hayatıyla da Mümtaz’ı etkilemişti. Mümtaz, onu dinlerken âdeta aydınlıktan karanlığa doğru koştuğunu zannediyordu. Mümtaz, yanına yerleştikten bir süre sonra İhsan, Macide ile evlendi. Artık öz kardeş gibi olmuş bu iki erkeğin dünyasında bir de Macide vardı. Her şeyi, herkesi peşinden sürükleyen, büyülü bir el gibi etrafını güzelleştiren küçük bir kadındı Macide… Mümtaz’la da fazlasıyla ilgileniyor, okula gideceği zaman çantasını hazırlıyor, üstünü başını düzeltiyordu. Onu çok sevmişti.
Mümtaz, kiracıyı görmek için sokağa çıkmıştı. Nihayet dükkândaydı. Dükkândaki çuval çuval eşya onu sıkmıştı. Kiracı bir senelik kirayı hazırlamış ve Mümtaz’ın yengesinin mührü karşılığında zarfı verecekti. Oradan çıkıp Eminönü’ne kadar acele acele ve ne yaptığını bilmez bir şekilde yürüdü. Aklına yine İhsan’ın hastalığı gelmişti. Bu his yüreğinde külçe gibi ağırlık yapıyordu. Bu hislerden Nuran’a geçiyor, bir de onun kederini hissediyordu.
Yolda Nuran’ın halasının kızı İclâl ve Muazzez’e denk geldi. İclâl’in verdiği habere göre Nuran Fahir’le yeniden barışmıştı. Mümtaz, “Allah hayırlı etsin.” dışında bir şey söyleyemedi. Bu üç kelimeyi bile nasıl söyleyebilmişti bilmiyordu. Sesinin fazla boğuk çıkmamasına da sevindi. İclâl bu sırada başka bir konuya geçti. Bu kız, genç kızlık denen mevsimi en doğal hâliyle yaşıyordu.
Bu karşılaşma, Mümtaz’ı bir sene öncesine götürdü.
Bir Güzel Tesadüf
Mümtaz ile Nuran’ın ilk karşılaşması bir ada vapurunda olmuştu. Nuran, bu sırada evliydi ve bir de kızı vardı. Kocası Fahir, evlendikten yedi sene sonra yabancı bir kadın yüzünden evini barkını bırakmış ve karısından ayrılmak istediğini söylemişti. İşte Mümtaz, kadını bu şartlar altında, bu yalnızlıkta tanımıştı.
Genellikle vapurda alt salonda karanlığa gömülmektense rahatsız olacağını bile bile yukarıda oturmayı tercih ederdi. Bu kez de yukarı çıkarken şöyle bir alt tarafa bakmış ve Nuran’ı görmüştü. Orada oturan eski bir tanıdıklarının yanına gitmeye mecbur olunca ve Nuran da kızıyla beraber yanlarına gelince tanışmak, zaruri bir hâl almıştı. Bu tanışma, Mümtaz’ın hayatını baştan aşağı değiştirecek bir tanışmaydı. Mümtaz aynı zamanda Nuran’ın halasının kızı İclal’in de arkadaşıydı ancak Nuran’ı beğenmesinden olacak, İclal ile arkadaşlığının yanlış değerlendirilmesini istemiyordu. Vapurda epey konuşma şansı buldular. Nuran’ın küçük kızı Mümtaz’a pek yüz vermese de sohbetleri son derece keyifliydi. Vapur adaya yaklaşınca Mümtaz’ın yüzü düştü, Nuran’dan ve kızından ayrılmak zor geliyordu. Vapurdan inerken Nuran, eski kocası Fahir ve sevgilisi Emma ile karşılaştı. Tatsız bir karşılaşmaydı bu, küçük kızı Fatma, devamlı ağlamıştı. Mümtaz onlardan biraz geride, bu karşılaşmaya şahit olmuştu.
Ertesi akşam Mümtaz ve Nuran sözleşmiş gibi iskelede birbirlerini buldular. Konuşurken Mümtaz, Nuran’ın önceki gün kadar neşeli olmadığını farketti. Eski kocası ve sevgilisi ile karşılaşmalarının etkisindeydi belli ki. Mümtaz konunun üzerinde çok durmadan üzgün olduğunu söyledi, başka şeylerden bahsederek konuyu geçiştirdiler.
Nuran’ın gülüşü Mümtaz’a bir mucize gibi geliyor ve bu mucizeye sonsuza kadar tanık olmak istiyordu. Daha önce başından geçen hiçbir arkadaşlığa benzemiyordu. Bu zamana kadarki aşk tecrübesi, başıboş birkaç çapkınlıktan ve bazı kısa süreli arkadaşlıklardan öteye geçmemişti. Şimdi, Nuran’ın her nefesi, genç adamın damarlarındaki yaşama hevesini ve arzuyu uyandırıyordu. Her yerde Nuran’ı görüyordu artık. Onu etkilemek için âdeta çırpınıyor, kendi kelimelerindeki tecrübesizliği örtmek için İhsan’ın repertuarını kullanıyordu.
Nuran ise karşısındaki adam kadar rahat değildi. Mümtaz’dan önce kurduğu ve bir süre korumaya çabaladığı bir hayatı vardı. Şimdi, o hayatı tamamen geride bırakmış ve yeni bir düzen kurmaya çalışıyordu. Yeni bir hataya sürüklenmekten korksa da o da Mümtaz’ı karşı konulamaz bir biçimde sevdi. Üstelik ne birini bu kadar sevebileceğini ne de kendinin böylesi sevilebileceğini düşündüğü bir zamanda... Arkadaşlıkları ilerleyince Mümtaz’ı annesi ve dayısı Tevfik Bey ile tanışması için evine davet etti. Yaşadıkları ev, Mümtaz’a cennet gibi gelmişti. İhtiyar annesi, oldukça meraklı bir kadındı. Bakışlarıyla Mümtaz’ı tepeden tırnağa inceliyordu. Tanışma oldukça güzel geçti, Nuran’ın annesi ve dayısı ile oldukça iyi anlaştı. Yalnızca Fatma, babasının onları terk etmesinden sonra insanlara karşı bir emniyetsizlik hissediyor ve kendisine ait olan şeyleri kaybetme korkusu ile Mümtaz’a rahat vermiyor, onu kıskanıyordu.
Sonuç
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hikâyenin akışı ile birlikte sıklıkla musiki, mimari ve politikadan bahsettiği bu eserinde huzur arayışı içindeki bir genç anlatılır. Ahmet Hamdi, “Mümtaz” karakteri üzerinden dönemin sosyal şartları içerisinde genç bir adamın psikolojisini okuyucuya sunmaktadır.
Mümtaz, küçük yaşta kısa zaman içerisinde hem annesini hem de babasını kaybeder. Henüz babasının bir cinayete kurban gitmesinin travmasını yaşamakta iken annesinin de ölümü ile İstanbul’a amcasının oğlunun yanına gelir. Amcasının oğlu İhsan, kendisinden yaşça büyük, bilgili, görgülü, batı görmüş, kültürden, sanattan ve tarihten anlayan biridir. Mümtaz’ın İstanbul’daki hayatı, huzuru ararken Nuran ile karşılaşması ile daha da karmaşık bir hâle gelir.
“Huzur”, Tanpınar’ın kaleme aldığı “Nehir” üçlemesinin sonuncusudur. Evvelki kitaplarda küçüklüklerini okuduğumuz pek çok karakter bu seride büyür ve birer yetişkin olarak karşımıza çıkar ve okuyucuya veda ederler.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını indirebilirsiniz.