Ahmet Cihat Sancar kimdir? Okurlarımıza kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1990 yılında, Şanlıurfa’nın Harran ilçesinde dünyaya geldim. İlköğretimimi Harran’da, liseyi Isparta’da bitirdim. Bahçeşehir Üniversitesi’nde Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler üzerine yüksek lisans eğitimim devam ediyor. 17 yaşından bu yana profesyonel olarak “Seslendirme, Dublaj Sanatı”nı icra ediyorum. Çeşitli kamu kurumlarında devlet memuru olarak çalıştıktan sonra haber spikerliği ve program sunuculuğu dahil devlet memuru sıfatıyla yaptığım bütün işlerden Mart 2019 itibariyle istifa ettim.
Malumunuz olduğu üzere Nisan ayı itibariyle Beylerbeyi Sanat ile yola devam ediyorum.
Beylerbeyi Sanat geçtiğimiz bahar açılan yeni ve iddialı bir sanat merkezi. Hemen sormak istiyorum proje nasıl ortaya çıktı ve çalışmalar ne kadar zamanda tamamlandı?
Beylerbeyi Sanat bir sanat merkezi fikriyle ortaya çıkmadı aslında. Evet geçtiğimiz birkaç ay birçok kültür sanat etkinliği icra edildi. Ancak Beylerbeyi Sanat bir fikir, bir ideal ve bir çividir.
Neden çivi?
Bir çivi. Şuur çivisi! Katılaşmış, taşlaşmış, adeta lav katmanına dönüşmüş kalplere sahip insanların kalplerine, ruhlarına ve beyinlerine çakılması gereken bir çivi.
Milli duruş, milli kimlik, milli hassasiyet ve milli şuuru idrak etmek için hepimizin malik olması gereken bir çivi.
Son birkaç yıldır yerlilik ve millilik kavramları üzerine birçok beyanat duyduk. Gördük ki sanayi, teknoloji yatırımları yerli ve millileşiyor. Biz de gururlanıyor ve alkışlıyoruz.
Ne var ki kültür ve sanat alanında siyasi irade üzerine düşen vazifeyi ziyadesiyle yerine getirirken, uygulayıcılar olan sanatçılar, sanat kurumları ve sanat profesyonelleri maalesef ya zayıf kalmakta ya da birileri tarafından zayıf bırakılmaktalar.
12 Aralık Perşembe günü “Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri” sahiplerini buldu. Oradaydım. Sayın Cumhurbaşkanımız daha önceleri defaatle dile getirdikleri eksikliklere değindi ve önümüzdeki dönemde bu eksikliklerin tamamlanması için ivedilikle çalıştıklarını ifade buyurdular.
“Devlet kültür ve sanata yatırım yapmıyor” tezini yırtıp atacak, paçavraya çevirecek örnekler sunabilirim size. Ancak bugünün konusu değil. Biz Beylerbeyi Sanat olarak artık eleştiri makamını aşmamız gerektiğine inanıyoruz. Zira lafla peynir gemisi yürümüyor.
Beylerbeyi Sanat’ın kuruluş amacı ve felsefesi nedir?
Türkiye ve dünyada her alanda olduğu gibi kültür sanatta da yozlaşma, koflaşma ve çürüme almış başını yürüyor. Sanat disiplinine her türlü saçmalığın sığdırılmaya çalışıldığı bir dönemde, biz geleneğe bağlı ancak bağımlı kalmadan Türk İslam sanatlarının her dalının layık olduğu itibara ve ihtişama kavuşması için kollarımızı sıvadık; elimizi değil, gövdemizi taşın altına koyduk.
Beylerbeyi Sanat’ın farkı nedir?
Beylerbeyi Sanat’ın farkı, farklılıklara saygı ve hürmetle yaklaşıp, bu farklılıkların birleştirici gücünü kendinde toplayabilme iradesidir. Hattın, tezhibin, ebrunun, çininin, minyatürün, resmin kim tarafından yazılıp çizildiğinin, heykelin kim tarafından yontulduğunun, sözün ve bestenin kim tarafından yazılıp söylendiğinin bir ehemmiyeti olmadığını düşünüyoruz. Bu sanatların ne söylediğiyle ve muhatabının bunu ne kadar içselleştirdiğiyle ilgileniyoruz.
Kendimizi kapatalım, kimseden etkilenmeyelim, kimseye öykünmeyelim demiyoruz. Elbette çağı yakalamak ve ötesine geçmek için bu etkileşimden nasipleneceğiz. Ancak sanatın kimlikli, kişilikli olması gerektiğine inanıyoruz. Haliyle bir duruşa, ilkeye ihtiyacımız var. İlmek ilmek işlenmiş, nakış nakış dokunmuş, büyük fedakarlıklarla inşa edilmiş bir medeniyetin temsilcisi olduğumuzun şuurunda olmak en büyük vazifemizdir.
Yani küreselleşme mefhumundan sanatçı çekinmemeli diyorsunuz?
Hayır, işin şuurunda olduktan sonra her türlü etkileşime açık olalım diyorum. Tenkit edilmekten korkmamalı, büyük bir kültürel mirasın varisi olduğu bilinci yerleşmişse, açık olmalı.
Çarpık zihniyetlere sahip bir takım çevreler barışseverlik, demokratlık, insan hakları savunuculuğu gibi mefhumları, asıl niyetleri olan terörizm, tefrikayı örtmek için kullanmaktan çekinmiyorlar. Aynı çarpık zihniyetin temsilcileri de türlü kötü niyetlerini sanatı bir propaganda aracı olarak kullanarak, şuuru, medeniyeti, kimliği hedef almaktalar.
Sanatçı, herkese nasip olmayan vasıflarını heba etmemeli, kullanışlı olmamalı. Fikirlerini, eserlerini, aydınlatmak istediği toplumun sosyolojisini iyi analiz ederek ortaya çıkarmalı.
Sanatçıların herhangi bir sansüre maruz kaldığını düşünüyor musunuz? Neden anlaşılmamış olmaktan şikâyet eder bir sanatçı?
Doğu ya da Batı’yı merkez kabul edip, eksen kaymalarından endişeleniyoruz. Batı hayranları Doğululaşmaktan, doğu hayranları Batılılaşmaktan korkuyor.
Sanatçılarımız da bu coğrafyanın kaderi olan baskıdan nasiplerini alıyorlar. Ancak bu baskı siyasi değil. Çağdaş değişimlerin yoğun baskısı sadece siyasi, askeri olmak zorunda değildir. Kültürel hegemonyadan sıyrılmanın yolu, toplumsal duyarlılıktan ve geleneksel sentezden bağını koparmadan, özünden utanmadan, eziklik psikolojisinden kurtularak, münevver bir kişilik ve kimlikle sanat icra etmekten geçer.
Faaliyetlerinizden ve gelecekle ilgili plan ve projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Kısa zamanda başladığımız birçok projemiz var. İleride duyuracağımız müze çalışmalarımız var, projelendirdik ve uygulama aşamasındayız. Sergilerden zaten haberdarsınız. Yakın zamanda daha gün yüzü görmemiş eserleri sanatseverlerle buluşturacağız. Bu eserler yüzyıllardır korunuyor ancak kimse bilmiyor. İnşallah yakın zamanda tarihi netleştiğinde görkemi kendinden menkul bu güzide eserleri sergileyeceğiz.
Beylerbeyi Sanat Galerisi açılışını Temmuz ayında “Çizginin Ritmi” sergisiyle yaptı. Bunun özel bir sebebi var mıydı? Ayrıca sergide kimlerin eserleri vardı bahseder misiniz?
Hat ve tezhib eserlerinden müteşekkil bir karma sergiydi. Sözün tesirini, muhteşem bir bezemeyle buluşturan nadide eserlerden oluşan bir sergi. Cumhuriyet öncesi, sonrası ve şimdiyi yorumlayan, sentezleyen ve bunun neticesinde istikbalde sanat adına neler yapılması gerektiği konusunda yol gösterici olan bir sergi. Yazılar, ölü gerçeklerdir. Yaşamın içine girdiği zaman anlam kazanır.
Hattat ve Müzehhip Muhammet Mağ’ın küratörlüğünde, geçmiş ve günümüz usta sanatkarları Hamit Aytaç, Hasan Çelebi, Ali Toy, Fuat Başar, Fevzi Gününç, Muhammet Mağ, Savaş Çevik, Bekir Pekten, Nurullah Özdem, Wissam Shawkat ve Nuriye Garcia Masip’in eserleri Beylerbeyi Sanat Galerisi’nde sergilendi.
Yeni bir sergi hazırlığınız var. Ocak ayında Beylerbeyi Sanat önemli bir sergiye ev sahipliği yapacak. Serginin mahiyeti, açılış tarihi ve önemi hakkında biraz bilgi alabilir miyiz?
Hat ve tezhip sanatını aynı anda icra edebilen tek sanatkar Muhammet Mağ’ın “HİÇ” temalı sergisi. 25 yıllık birikimini ziyadesiyle istifademize sunan, bizim gibi gençleri etrafına toplayarak Milli Kültür Sanat Hamlesi’ni başlatan kıymetli büyüğümüz.
Kendisinin şu ana kadar ortaya koyduğu çalışmaları, emeğini konuşmaya başlarsak sanırım bu röportaj bayağı uzar.
“HİÇ” sergisi Beylerbeyi Sanat Galerisi’nde, sürpriz sergileri de Nişantaşı ve diğer semtlerimizdeki galerilerde takip edeceksiniz. Ayrıca Dolmabahçe Sarayı’ında da Ocak ayında sürpriz bir sergimiz olduğunu da şimdiden duyuralım…
Beylerbeyi Sanat üzerine konuştuktan sonra tekrar size dönmek istiyorum. Özel koleksiyonunuz var mı? Ve sakıncası yoksa kimlerin eserleri var öğrenebilir miyiz?
2016 yılından bu yana kendi çapımda butik bir hat koleksiyonu oluşturmaya başladım. Usta sanatçılar önceliğim tabii ki. Ancak sadece müellifleri değil, eserlerin hat disiplini çerçevesinde olması ve tezhiple birlikte göze, kalbe ve ruha hitap etmesi ilgimi çekiyor.
Hasan Çelebi, Muhammet Mağ, Nurullah Özden, Savaş Çevik başta olmak üzere birçok örnek var. Ayrıca kadim eserler de var. Ancak bir gün sergilediğimde müelliflerin ismini söylerim. Şu an için elliyi aşkın eser birikti. Zaman zaman satın almak isteyenler oluyor ama ben tüccar değilim. Sevdiğim için biriktiriyorum.