Önce şunu söylemeliyim: Her şey bir diziyle başlamadı.

Bizim okuduğumuz, sevdiğimiz bir “7 Güzel Adam”ımız zaten vardı. Ama itiraf edelim ki onları bir dizide temsili bir şekilde de olsa yan yana görmek çok heyecan vericiydi. Bir hoca olarak öğrencileriyle diyalogları, muziplikleri, Yalnız Ardıç’ın altında birlikte şiir okuyuşları, en çok da liseli koca adamlar olarak kıt imkânlarla, gecelerini gündüzlerine katıp sabahlara kadar bir masa etrafında dergi çıkarma gayretleri hangimizin yüreğini bahar yağmurlarıyla gelen canlılık misali çiçeklendirmedi ki?

Sahi, siz çevrenizde bu güzel adamların emsali olan, emsallik bir yana ruhça yakınlığı olan birilerini bu diziyi izlerken gözlemlediniz mi hiç? O zamanlar Cahit Zarifoğlu’nun okuyucu mektuplarını da, şiirlerini de dumanı üstünde yakalayan, Mavera’yı hayatının bir parçası kılan ve eski sayılarını hâlâ saklayan birinin ekrana bakarken aslında taa nerelere baktığına, özlemine ve heyecanına şahit oldunuz mu?

Bir de onları gerçekten diziden tanıyan küçüklerimiz var. Mesela daha imam-hatip 6. sınıfta okuyan ve 7 Güzel Adam’ı takılmadan, ezbere sayabilen, birçok Erdem Beyazıt şiiri ezberleyen, arkadaşlıklarında onların samimiyetini ve gayretini örnek alan, “Rasim Özdenören falanca gün falanca sempozyumdaymış” diye birbirini haberdar etmeye başlayan, Nuri Pakdil belgeseli izleyen daha ilk gençlik dönemlerindeki talebeler…

Bayrampaşa’da gençlere yönelik faaliyet içerisinde olan MiM Gençlik Merkezi de bu heyecan ışıltılarına kayıtsız kalmamış ve “7 Güzel Adam 7 Güzel Hafta” başlığıyla, 5 Temmuz’da başlayan ve cumartesileri yapılacak gençler için bir program hazırlamış. (Popüler kültür de bir işe yarasın değil mi?)

Komplekssiz ve tabii oluşunu vurguladı Asım Gültekin

7 Güzel Hafta’nın ilkine çoğunlukla üniversitelilerin oluşturduğu öğrenci grubuyla Cahit Zarifoğlu’nun kabrini ziyaret ederek başladık. Merhum şairin kabri Beylerbeyi’ndeki Küplüce Mezarlığı’nda, kayınpederi Kasım Arvasi ile yan yana… Hepimiz de gözlerimiz kabrin toprağına çivilenmiş bir şekilde MiMDER’in genel koordinatörlüğünü yürüten, 7 Güzel Hafta boyunca da gençlerle birlikte olacak Abdulaziz Tantik’in okuduğu Yasin-i Şerif’i dinledik. Bu arada Zarifoğlu, Abdulaziz Hoca’nın üç çocukluk aşkından biridir; diğer ikisi Metin Yüksel ve Sedat Yenigün’dür.

1. Güzel Hafta’nın kitabı ‘Yaşamak’tı. Genç arkadaşlarımız kabrinin başında merhumla kitabı üzerine sohbet edermişçesine birkaç cümle söylediler. Gördük ki Yaşamak’tan yaşamlarımıza yazılan ortak kelimeler merhamet, yalnızlık, kendini tanımak, doğallık, içtenlik, kalbini hatırlamak olmuş.

Dönüşte, bize Zarifoğlu’ndan bahsedecek misafirimiz Asım Gültekin’i de otobüsümüze aldık ve hiç zaman kaybetmeden muhabbete başladık. O da daha on bir yaşında bir çocukken, Ahmet Mercan yönetimindeki Selam çocuk dergisinde yayınlanan Afganistan şiirleriyle tanımış şairi. Sohbet boyunca merhumun en çok komplekssiz ve tabii oluşunu vurguladı. Kendisini anlatanların ısrarla üzerinde durduğu da bu oluyor genellikle. Mesela İstiklal Caddesi’ne seccadesini serip namaz kılışı... Asım Hoca’nın dediği gibi: “Çünkü namaz geçmemesi gereken bir şey…” İstiklâl’de sadece baştan sona yürümeyi bir paye saymak bir yana, sırf ideolojik bir gösteri olarak caddede namaz kılmak değil, namaz geçmesin diye kılmak. Okyanusu gördüğünde kıldığı tüm namazları yeniden kılmak isteyen bir kalp ile namaz kılmak… Secdede olmadan secdede olmaklarını ah vah ile anıp, utanç içerisindeyim diyen bir şuurla namaz kılmak…

İnsanın, kemâle giden yolculukta eksiklerini tamamlaması kadar, fazlalıklarından da kurtulması gerekir ya, Cahit Zarifoğlu’nu vasıflandırdığımız doğallık, samimilik de bu yüklerden azade oluşun verdiği hafiflik olsa gerek… Bu hafiflikle yükselebilir insan ilhamın ve şiirin ülkesine. Nitekim Asım Gültekin’den öğreniyoruz ki şiir yazarken acayip haller de yaşarmış. Yaşamak’ta “Ah şiiri bir de yazılan şeylerden ibaret saymasak” deyişi de bundan mı?

Ömer Karaoğlu da oradaydı

Doğallığı, tevazuu ve şiire yüklediği anlamın aynı düzlemde belirdiği şu cümleleri, onun gibi insan ve şair ve gönülden boyun eğip teslim olmuş bir müslümanı ne güzel tavsif ediyor: “…Yazdığım bütün şiirleri benden çalmışlar gibi özlüyorum. Onların sahibi olmadığımın bundan daha inandırıcı delili olabilir mi? Hiç olmazsa yalnız bana ait bir tek şiirim bulunsaydı. Var olmak hevesim işte böyle baş kaldırıyor. Fakat masum olmasına, bağışlanabilmesine çalışıyorum. Onu eğitiyorum. Onu okşıyarak yatıştırıyor ve kalın parmaklıkları aralıyarak ağına düştüğü insanperestlikten özgürlüğe kurtarıyorum.” (Yaşamak, s.101-102)

Cahit Zarifoğlu’nun hayatının son on bir yılında Nakşî meşayihinden Abdurrahim Reyhan Efendi’ye bağlı olduğu da Asım Gültekin’in anlattıkları arasında. Bu intisabın şiirine etkisini de erbabından dinlemeli…

Sohbetimizde bizimle bulunan Ömer Karaoğlu da Zarifoğlu’nun üşenmeden teker teker ve özenle cevapladığı binlerce okur mektubunu hatırlattı. Bu bir insan tekinin onun için ne kadar önemli olduğu demekti. Ne yazık ki “insanlık” vurgusu müphem bir kavram olarak “insan”ın önüne geçtikçe Zarifoğlu gibi insan teklerine değer verme hasletimizi yitiriyoruz, buna en yakınlarımız bile dahil oluveriyor ne yazık…

Nurettin Durman’ın şairliğini Cahit Zarifoğlu’na borçlu oluşunu da Abdulaziz Tantik aktardı. Şöyle ki Nurettin Durman da o dönemde Zarifoğlu’na şiirlerini gönderenlerden biridir. Ama aldığı “Senden şair olmaz” karşılığı Durman’ı şair yapacak bir kamçı oluyor.

Ziyaretle başlayan, muhabbetle devam eden ve iftarla noktalanan 1.Güzel Haftamızın sonunda Cahit Zarifoğlu’ndan öğrendik ki “Bir kalbimiz vardır ve biz onu hatırlamalıyız/tanımalıyız” ve cevap vermeliyiz şu sorusuna: “Söyleyin iki hayatınız mı olacak? Biriyle inancınızı / fiilen / yaşarken, ötekiyle sanat mı (siyaset mi, bilim mi, evlilik mi, vatandaşlık mı...) yapacaksınız?

Ne saçma!”

 

Zeynep Yücel haber verdi