Bazı zamanlarda ve durumlarda bir resim, fotoğraf, çizim sayfalarca yazmak kadar çok şey anlatabilir. Hasan Aycın, Ay Vakti dergisinin A. Vahap Akbaş’a adanan Kasım-Aralık sayısında kapaktan sonraki sayfayı çevirir çevirmez bunu gösteriyor bize. Malum olduğu üzere şair yazar Vahap Akbaş’ı 15 Kasım’da bu fani dünyadan uğurladık. Ay Vakti dergisi de Akbaş daha vefat etmeden bir “Vahap Akbaş Dosyası” ile çıkmıştı.
Hasan Aycın’ın çiziminde göze çarpan ilk imge kalp. Tepede parıldayan bir hilal ve etrafındaki yıldızların altında kalbini iki eliyle saran bir insan görüyoruz. Öyle bir kalp ki, öyle bir gönül ki bu kocamanlığı, genişliği, gani gönüllülüğü, nâmütenahiliği anlatıyor bize. Hasan Aycın’a göre Vahap Akbaş’ın bir gönül ehli olduğu anlaşılıyor. Çizginin ardından Akbaş’ın iki şiirini okuduğumuzda sanki Akbaş’ın vefatının ve Aycın’ın çizgisinin şiire dökülmüş halini okuyoruz. “Karanlığı öpüp duran bu hastanın/ Ruhuna ışık oldun/ Sevginin ölçeği olarak açılan kolların”, “Bu dizelerin sahibi … çoktan şiirine gömülmüş olacak” mısraları Akbaş’a dair hüznümüzü mağrur bir hale getiriyor.
Dünya hanesinde bir misafir olduğunun bilincinde idi
Mustafa Özçelik, Akbaş’ı yazısının başlığındaki gibi tanımlıyor: “Çağdaş Bir Gül Yorumcusu”. Özçelik’e göre Vahap Akbaş bu toprakların has şairi. Ayrıca has bahçenin çiçeği olan gül de Vahap Akbaş’ın şiirlerinde has bir şekilde kullanılıyor. Aynı toprakta yetişen bir insan ve bir gül… Özçelik, merhum şairin gelenekten beslenirken bunu çağdaş bir yorumla şiirine aktardığını anlatıyor. Divan, tekke ve halk şairleriyle farklı bir zamanda aynı çizgiye geliyor Akbaş. Geleneksel şiirin kodlarını çağdaşlaştırarak, Ahmet Kabaklı’nın da dediği gibi “kendine has bir şiir yolu” açıyor. Yazıda Akbaş’ın güle ne gibi geleneksel ve çağdaş ya da özgün anlamlar yüklediğini görüyoruz. Bununla birlikte Akbaş’ın gülün haricindeki çiçekleri de şiirlerinde nasıl kullandığını okuyabiliyoruz.
Şair Nurettin Durman “İnşirah Şairi” diyerek başlıyor yazısına. Vahap Akbaş’ın “İnşirah” kitabına atfın yanında O’nun gönlünü de hesaba katıyoruz böylece. Durman Vahap Akbaş ile tanışmasını anlatıyor bizlere. Şiir yazdığı, takip ettiği dergilerden ismen tanıdığı Akbaş ile yine şiirle ilgili bir etkinlikte, Konya yolculuğu öncesi tanışıyorlar. Durman, şairin son zamanlarda en çok “Dağı Özleyen Adamın Şiiri”ni okuduğunu söylüyor, bunun sebebinin de Batman’daki çocukluğundan kalma bir dağ havasını ciğerlerinde taşıması diye tahmin ediyor. Akbaş’ın “Gerçek şu ki; hanemizde mihman gibiyiz” mısraındaki gibi, dünya hanesinde bir misafir olduğunun bilincinde olduğunu ve böylece yaşadığını anlatıyor.
Recep Garip, Akbaş’ın şiirini ve fikrini İslam’ın emrine verdiğine değiniyor bir girizgâh olarak. Bir medeniyet ülküsü vardır Akbaş’ın. Bu uğurda eli iş tutanlar ellerinden ne gelirse yapmalıdır. Vahap Akbaş’ın eli kalem tutmaktadır ve kalemini bu uğurda oynatır. Geçmişten, köklerinden aldığı asaleti bugüne taşımaya çalışır. Bu yolda kim emek harcadıysa onlardan istifade eder. Garip, Akbaş’ın yalnızca bir şair değil, hikayeci, romancı, denemeci de olduğunu vurguluyor. Nesri şiirden mülhem bir form ya da nesrini şiire yaklaştırmaya çalışma düşüncesinde olduğunu görüyoruz. Akbaş’ın divan edebiyatı tutkusundan da bahsediyor Garip. Divan edebiyatına dair yetim-öksüz bir çocuğa yaklaşır gibi bir şefkatle yaklaştığını anlıyoruz.
“Arazide bir eğitimci”
Özcan Ünlü, Vahap Akbaş’ın tabiri caizse “roman açılımı”na dikkat çekiyor. “Alevler ve Güller” romanı ile 1984’te Sedat Yenigün Roman Ödülü’nde ikincilik kazanır Akbaş. O yıllarda Müslüman camia yalnızca “hidayet romanları”nı tanır. Akbaş ise teknik ve estetiği göz ardı etmeyerek, yerli bir roman ile “sağdan roman çıkmaz” düsturunu yıkarak sağın da solun da dikkatlerini üzerine çekmiştir. Ünlü, yazarların edebiyatın pek çok sahasında eser vermesinin yazarlarda bir parçalanmışlık hissi yarattığını, bu yüzden de Vahap Akbaş’ın romanı geri plana aldığını söylüyor.
Dosyanın son yazısı, A. Vahap Akbaş’ın mesleki yönünü ön plana çıkarıyor, yani öğretmenliğini, eğitimciliğini. Fakat muhteva Akbaş’ın “kitap”la ilgili düşüncelerinden oluşuyor. Şeref Akbaba “arazide bir eğitimci” diye niteliyor merhumu, yani hem fikir işçisi hem de eylemci. Akbaş, eğitimin yalnızca diploma almaya ve meslek bulmaya bir yol olarak görüldüğünü söylüyor sitemle. Oysaki O’na göre eğitim sanatla, ilimle, kitapla iç içe olmalıdır. Kitapla hemhal olmak için günlük telaşelerden sıyrılmak lazımdır.
Ay Vakti’ne A. Vahap Akbaş’a dair bu dosyasından ötürü teşekkür etmek gerek. Bize de Akbaş için rahmet okumak düşer.
Ömer Yüceller yazdı