Bir ikindi serinliğinde Sarayburnu’nun oralarda Sepetçiler Kasrı’nda karşılaştık kendisiyle. Bir tebessüm bir tebessüm ki sormaya değer doğrusu. İşte böyle olmalı insanın dostuna karşı davranışları. Öyle ya, bayrama yakın bir günün iftar muhabbeti de karışınca işin içine, bir başka oluyor insanın ruh hali, samimiyeti, sevgisi, yakınlığı. Bu hal içindeki muhabbet, bu karşılıklı sevgi bambaşka bir duyguyu beraberinde getiriyor kendiliğinden. Karşınızdaki dostunuzda öyle bir muhabbet yıldızı parlayınca daha hoş bir dünya hali çıkıyor ortaya. Velhasıl, diyesim o ki bu güzel tebessümler eden adamın adı Abdülaziz Tantik oluyor. Daima aziz olsun ömr ü hayatında. Söyleşmemiz güzel olmuştu o muhabbeti bol geniş katılımlı dünyabizim.com’un iftar akşamında. Geceyi ziyadeleştiren sohbetin tadını da itiraf etmek gerekiyor doğrusu. Dostlar meclisinde dostlarla hemhal olmak elbette çok önem arz ediyor. Sohbetimiz güzel olmuştu, söyleşimiz de güzel oldu tabii. Sorunca söylenmiş oldu öğrenmek istediğimiz şeyleri Abdülaziz Tantik. Biz sorduk, o anlattı.. (Nurettin Durman)Abdülaziz Tantik

İlk edebî zevkimi babaannem ve büyükbabamdan aldım

Okula gitmeden önce Kur’an okuyarak ilk okuma eylemime başladım. Ama edebî hayatımda babaannemden dinlediğim öykülerin katkısı çok fazladır. Ben ilkokula başlamadan önce babaannem bize gelir, arada bir bizde kalırdı. Bu gecelerde onun dizine başımı koyarak bana hikâye anlatmasını isterdim. O da neredeyse kaldığı her gece bana adı güzel olan Muhammed’in hikâyesini anlatırdı. Seri öyküler gibi sürekli aynı kahramanların hayat hikâyesinden iyilik, cömertlik, güzellik, kahramanlık, cesaret, yardımseverlik, kanaat etme, haksızlığa karşı çıkma, hep doğrudan yana olma, yalan söylememe gibi onlarca ahlakî öğeyi hikâyeye yedirirdi.

Büyükbabam da uzun kış geceleri boyu bize bir kabilenin hikâyesini anlatırdı. Bu, arkası yarın gibi süreklilik arz eder ve her akşam bir başka öykü ile o kabileyi anlatmaya devam ederdi. Mertlik, doğruluk, cömertlik, ihanet, iyilik, güzellik, aşk, sevda, bağlılık vb. onlarca kavramın içeriğini doldurarak bize sunardı. Dedem, eski yazıyı bilen ender kişilerden biriydi. Ayrıca adeta hafız derecesinde Kur’an okuru idi… Böyle bir ortamda ilk edebî zevkimi elde ettim ve okumanın, ideal olanın ve sürekli hakkaniyetten yana tavır almanın şuurunu orada kazandım.

Gezici kütüphanenin müdavimi olmuştum

Sonra ilkokul ve arkasından gelen okumalar… Ama önce resimli romanlarla okumaya başladığımı belirtmeliyim. Teksas, Tombraks, Zagor, Tommiks gibi onlarca kahramanın hikâyesini evde okuyamadığım için sokak lambasının altında okurdum. Ruh dünyama çok şeyler kattığını söylemeliyim bunların.

Tabii okuma serüveni ilkokul ile birlikte çok erken başlamıştı. Gezici kütüphanenin müdavimi olmuştum. Hem de yanıma birkaç arkadaş daha alarak… Her onbeş günde bir yeni kitaplar alırdık. Ama arkadaşlarımın kitaplarını da ben seçerdim; çünkü onların kitaplarını da ben okuyordum. İmam hatip okuluna kaydımı yaptırınca, okuldaki kütüphaneyi gördüğümdeki sevincimi kelimelere yükleyemem galiba… Ve sonra da bu kütüphanenin müdavimi oldum. Artık beni en yakından tanıyan kişi kütüphaneci olmuştu. Okumak en büyük zevkimdi. Kitap okurken uyuyakalmanın derin hazzını yaşayanlar bilir. Sonra siyasi kitaplar, düşünce eserleri ve ardından sökün eden tartışmalar vesaire…

Abdülaziz TantikOkumaya sonra dönmek üzere ilk yazı hayatına imam hatip okulundaki edebiyat derslerinde başladım. Ders gereği bize bir makale yazdırılırdı ve en büyük puanı oradan alırdık. O yüzden makale önemliydi… Benim en çok sevdiğim şey de bu makaleyi yazmaktı. Çünkü neredeyse bütün makalelerde en büyük puanı ve çoğu kez tam puanı ben alırdım. Sanırım ilk yazımın yayınlandığı yer de okulun duvar gazetesi olmuştu. Makalelerimdeki derli topluluk hocanın ve arkadaşların dikkatini çekmişti ve onların önerisi üzerine oraya da bir şeyler yazmıştım. Onun ilk yayınlandığını bir arkadaşım haber vermişti. Hemen koşarak gittim ve yazıyı su içer gibi okudum. Sanki kalbim duracaktı. Öyle heyecanlanmıştım ki sanki kalbimin atışını etrafımdaki herkes duyuyor gibi gelmişti.

Okumaya ve yazmaya başlayışım yukarıda dile getirdiğim gibi büyükbabam ile babaannem sayesinde zaten hazırlıklı ve kendiliğinden oldu. Ancak daha sonra Müslümanca düşünce ile buluşmamı sağlayan ve o tarz kitaplar okumayı önerenler oldu tabii ki…

Sezai Karakoç’un İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü’nün yeri ayrı

Kitap okuduğumu bilen arkadaşlar bana yanaşmaya başladılar. Ve bana kitap önerisinde bulundular. Ama bir tanesini asla unutmam… Osman Arslaner (şimdi kendisi doktor) imam hatip ortaokulunda düşünce ve siyaset kitapları ile buluşmamı sağladığı gibi, gösterdiği büyük dostluk da ayrıca İslamcılık düşüncesiyle hemhal olmama vesile oldu. Hiç unutmam, ilk okuduğum kitap büyük şair Sezai Karakoç’un İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü olmuştu. Daha sonra diğer kitaplarını da okuma imkânım oldu. Sezai Karakoç ile başladım ve Seyyid Kutup, Hasan el-Benna ve Muhammed Kutup’la devam ettim. Böylece siyasi şuur kazanacak kitapları daha ortaokulu bitirmeden okumaya başlamıştım.Sezai Karakoç, İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü

Lise yıllarında ise bu daha da yoğunluk kazandı. Bir tarafta dergiler, diğer tarafta Milli Gazete ve Yeni Devir gazeteleri okuma uğraşımızı çoğaltıyordu. Mavera okumaya başlayınca edebî olana yönelmiştik. Tabii ki okumayı hem derinleştirdik hem genişlettik. Böylece gençlik dönemlerinde Sezai Karakoç ve Diriliş dergisi, Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu’su, Yaşar Kaplan ve Aylık Dergi’si, öbür taraftan da Yeni Devir’in iyi bir takipçisi olarak İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören ve diğer yazarların kitaplarını okumadan kendileri ile tanışmaya vesile bulduk. Düşünce dergisinde Ali Bulaç’ı, Şura ve Tevhid dergilerini takip ediyor ve böylece çok yönlü bir okumayı sürdürüyorduk.

Okumayı bir amaca binaen yapmayı ve Müslüman olmanın ne’liğini ise en somut düzeyde Halilürrahman Acar’dan (o zaman imam hatipte yedinci sınıfta idi) öğrendim ve birçok yazarla, özellikle de Fî Zilali’l-Kur’an ile tanışmayı da ona borçluyum… Ayrıca düşünce ve düşünceyi ifade etme konusundaki cesareti ondan aldığımı söyleyebilirim. Ramazan Değer ise, seksenli yıllarda, bizim liseli yıllarımızda MTTB’de verdiği seminerlerinde Müslüman olmanın keyfini yaşatmıştı. Tatlı üslubu ile konuyu anlatışı ve diğer düşüncelerle İslam düşüncesi arasındaki farkı izah edişiyle, bu konuda insanın kendini yetiştirişinin işaret fişeklerini yakmıştı. Daha sonra da bizim düşünce dünyamızı ve yazma serüvenimizi ateşleyen isim o olacaktı.

Yazar olmak için bir çaba içine girmedim

Özellikle Konfüçyüs’e atfen söylenen, kişinin kırk yaşında farkındalık oluşturduğu, ellisinde olgunlaştığı, altmışında ise artık her şeyi yerli yerine koyabileceğini belirten ilkesini ciddiye almıştım. Aslında otuzlu yaşlarda birkaç yazma teklifi almıştım. Ama bir türlü bu duyguyu geri itemediğim için yazmayı hep erteliyordum. Ta ki Adana’da bir grup arkadaşla birlikte on bir sayı çıkardığımız mahalli Hikmet dergisine kadar… İşte o zaman yazmak vacip oldu. Hem artık biz de yaşı kırka dayamıştık.

Yaşın verdiği kemal ile galiba ilk yazım yayınlandığında dergiyi ele aldığım zaman fazla bir şey hissetmemiştim. Sıra ile dergiyi çıkarma sorumluluğunu üstlenmiştik. Benim sorumluluğumda dergi çıktığında ilk elime aldığımda sanki bir çocuğum olmuş gibi heyecanlanmıştım. Neredeyse bütün tanıdıklara haber vermiş, dergiyi çıkardığımı belirtip heyecanımı paylaşmıştım.

Özgün iradeDaha sonra mahalli bir dergide yazmaya devam ettim. İstanbul’a taşındığımızın ilk yılında da Özgün İrade dergisinin editörlüğünü üstlendim ve yazmaya devam ettim. Daha sonra birçok yerde yazmaya başladım ve ardından yeni dergiler, gazeteler çıkarmaya ve yazmaya, internet sitelerinde yazmaya devam ettik.

Yayınladığım dergiler vesilesi ile yazıya başladım

Yazar olmak için bir çaba içine girmedim. Özellikle yazar olacağım diye bir derdim hiç olmadı. Ama aynı şey okuma için de geçerli. Benim için okumak; nefes almak gibi, su içmek gibi, yemek yemek gibi hep doğal oldu. Kendimi bildim bileli okuyorum ve hâlâ okumaya devam ediyorum. Sanırım yazma faaliyeti okuma faaliyetinin doğal bir sonucu oldu… Çünkü derdimi konuşarak anlatıyordum. İyi bir konuşmacı olduğum söylenirdi. Meseleyi konuşurken iyi izah ediyor ve böylece birçok kişinin yetişmesine de vesile oluyorduk. Ancak yazmak başka bir şey tabii ki… Bunu ancak yazma eylemine başladığınızda fark ediyorsunuz. Çünkü düşüncelerinizi disipline etme imtiyazı doğuruyor yazmak…

Yani yayınladığım dergiler vesilesi ile yazıya başladım ve yazıyı sürdürdüm. Ama şunu ifade etmek isterim ki, yazmanın en temel koşulu düşünmeyi ve okumayı ciddiye almaktan geçer. Yazmanın keyfi ile okumanın keyfini mukayese etmek ise bana göre abesle iştigalden ibarettir.

 

Nurettin Durman, bir akşam serinliğinde bir dostuyla, Abdülaziz Bey’le söyleşti