Tam bir yıl olmuş görmeyeli, vefat edeli de iki aydan fazla. Demek ki dünya gözüyle görüşmemiz başka bir bahara, ahiretin baharına nasipmiş. Kaderime tesadüf eden bir İstanbul Hanımefendisi’ydi Şerife Hanım. Kimdir bu Şerife Hanım, diye soracak olursanız, kısaca şöyle tarif edebilirim: Birdenbire dergisinde birlikte mesai harcadığımız, daha sonra dunyabizim.com'un yazarları arasında da yer alan Zeynep İnan Abla’nın -ama önce maşallah deyin- 1919 doğumlu ananesi. Kendisini Birdenbire dergili günlerde hatırlıyorum ama tanışmak nasip olmamıştı. Tanışmak yıllar sonra geçirdiği felçten dolayı yatalak olduğu zamanlara denk geldi.
Elimi ve bacağımı geri versin
Yine maşallah deyin, 96 yaşındaydı. Felç geçirmişti, yatıyordu. Bütün ihtiyaçlarını başkaları görüyordu, zor durumdaydı. Hatta bir lavaboya çıkarma haline şahit oldum ki Allah kimseye böyle ağır bir imtihan vermesin. Lavaboya sağlıklı iken gidip gelmek ne kadar sürer ki? O gün Şerife Hanım’ın lavaboya gidip gelmesi bir saate yakın sürdü, sandalyelerden sandalyelere taşındı. Bir ayağı ve bir eli ona hizmet etmez olmuştu.
Şerife Hanım’ın hali pek üzmüştü beni. Şükür ki bana verilen hayatın yaşanmış her anında Allah’a ve O’nun biz insanlara ikramı olan duaya sığındım. Şerife Hanım zor bela konuşuyordu. Dedim ki, “Anane, iste Allah’tan iste, O seni şu an duyuyor.” Yüzü bir anda gülümsedi. “Elimi ve kolumu geri versin" dedi. Bu duasını kaç kez tekrarladı hatırlamıyorum ama bir anda sesin la-mekan yankılandığını hissettim. “Elim ona yaramaz ama ben elimle O’nun dostlarının elinden tutarım; ayağım ona yaramaz ama ben onunla lavaboya bile kendim giderim.”
Doktorlar yaşından dolayı artık iyileşmesinin zor olduğunu söylemiş. Ama şifacıya değil de Şafi esmasının sahibine gönül verdiğimiz için olsa gerek, dedik ki orasını Allah bilir. Şerife Hanım’a Rufai Ocağı “şifa”ya vesile olsun diye vird egzersizleri verdi. Bir hafta mı on gün mü dediler tedavisi başladı. Sağ olsun Zeynep İnan Hanım ve Vicdan Hanım söyleneni yapmaya gayret etmişler.
Tokatlı’nın tokatı…
Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, bir kere telefonda konuştuk; “Beni görmen lazım” dedi. Yoğun bir ders yoğunluğu sonrası Fatih-Ayvansaray’da bir müteahhit yüzünden kocaman bir evin küçük mü küçük bir apartman dairesine dönüştüğü evinde Gönül Yonar ile ziyaret ettik. Şerife Hanım’ın yine maşallahı vardı. Elini ve kolunu kullanabilir duruma gelmişti. Hatta felçli ayağıyla bana bir tekme attı, felçli eliyle de bir tokat vurdu. Sonra üzüldü yaptığına ama olsun, iyi olan bir insanın sevinç haliydi yaşadıkları.
Son görüşmemiz Kuşadası’nda nasip oldu. Yürüteç sistemi ile yürüyordu, kalkıyordu. “Benim İstanbul’a, evime gitmem lazım” diyordu. Hatıraları, görgüleri pek çoktu. İstanbul’un 1950 sonrası değişimine/dönüşümüne gözleriyle şahit olmuştu. Pek çok Allah dostu ile mesaisi olmuştu. Abidevi bir sosyal tarihti. “Hatıralarını derleyelim” dediğimde başını kendine has edayla diğer yana savurdu ve hal diliyle “ne diyor bu çocuk?” diye baktı yüzüme. “Benim anlatacak bir şeyim yok” dedi. Son görüşmemiz bu oldu. Sonra yeniden İstanbul ve bir gece vakti 97 yıllık dünya emanetini sahibine teslim ediş...
Şerife Hanım, Tokatlı bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi, yâr'i ile kavuştu; kendinden önce dünyadan Rabbine koşan ve Zeynep İnan’ın burada hikayesini anlattığı kızı Gülseren Hanım’la Allah bilir nice güzel sohbetler ediyorlardır, Allah her ikisini de cennetlikler arasına yazsın.
Şerife Hanım, dünyada duaya teslim olanlardandı. Biz de onun teslim oluşuna kader istediği için sadece şahit olduk.
Zeki Dursun, rahmet dileyerek yazdı