Târîhçe-i Vak’a-i Zağra’nın ilk baskısı, yazar Hüseyin Râci Efendi’nin oğlu Necmi Râci tarafından 1910 yılında yapılır. Bu baskı, kitabın yazılışından otuz, gözden geçirilip son halinin verilişinden on yıl sonradır. Sonraki baskısı ise M. Ertuğrul Düzdağ tarafından 1973’te yapılır. M. Ertuğrul Düzdağ’ın gözden geçirip yeni dipnotlarla zenginleştirerek baskıya hazırladığı Târîhçe-i Vak’a-i Zağra, Zağra Müftüsünün Hatıraları ismiyle İz Yayınları’ndan bir kez daha okuyucuların karşısına çıkar.

Eser önemini günümüzde devam ettiriyor. Zira Zağra Müftüsünün Hatıraları Hüseyin Râci Efendi’nin ihtiyarlık günlerinde, biraz can sıkıntısından biraz da gençlere nasihatte bulunmak, yaşamından edindiği dersleri gelecek kuşaklara aktarmak için, oturup rahat bir şekilde, düşüne düşüne, bazen duygulanıp bazen öfkelenerek ama sürekli bir bilgelik havası içinde yazdığı bir kitap değil. Kitap kanlı canlı, bütünüyle büyük bir çile. Osmanlı’nın en acı yıllarını ele alır. O yılları Hüseyin Râci Efendi yaşamıştır. Defalarca ölümden dönmüştür. Gülistanlık bir şehirde, ibadetlerini yerine getirip, çocuklarının rızkını kazanmaya çalıştığı günlerde, komşularının, yan yana diz dize namaz kıldığı arkadaşlarının boğazlandığını, işkence gördüğünü, öldürüldüğünü görür. Zağra Müftüsünün Hatıraları’nda 93 Harbi (1877-78) anlatılır.Târîhçe-i Vak’a-i Zağra, Zağra Müftüsünün Hatıraları

Târîhçe-i Vak’a-i Zağra’nın en güçlü tarafı okuyucunu düşünmeye sevk etmesindedir. Kitap okuyucusuna onlarca soru sordurur. Kitaptan sorulara kısmen cevaplar bulunabilir. Fakat kitabın asıl gücü, 93 Harbi’ne dair okuyucusunda uyandırdığı meraktır. M. Ertuğrul Düzdağ da bu merakın peşinden gitmiş olmalı. Çünkü kitabın yeni baskısında, birçok dipnot kullanma gereği duymuş. Bu dipnotlar yol haritası gibi; okuyucuyu Târîhçe-i Vak’a-i Zağra’dan sonra hangi eserlere başvurması gerektiği konusunda yönlendiriyor.

Adaleti kim, kimden ve ne için istiyor, dikkat edilsin

Hüseyin Râci Efendi’nin anlattıklarından, Rus saldırılarına karşı Balkan Türklerinin hiçbir hazırlık içinde olmadıklarını anlıyoruz. Öyle ki Rus ordusu, Balkanlara inmeden önce, Bulgarlar ve Kosaklarla sıkı bir irtibat halindedirler. Yıllarca hazırlık yapmışlardır. İstihbaratları çok güçlüdür. Zira Bulgarlar kesinlikle sır vermezler. Hatta Müslümanları “kaygılanacak bir şey yok” diyerek teskin ederler; çünkü onların kaçıp kurtulmalarını istemezler. Bulgarlar Müslümanlara karşı Ruslarla yaptıkları işbirliği konusunda hiç renk vermezler. Ruslar gelene kadar, her şey olağan gidişindedir. Fakat Rus ordusu geldiğinde, Bulgarlar ve Kosaklar asıl yüzlerini gösterirler. Müslümanlara dönük içlerinde yıllarca büyüttükleri kin ve öfkeyi kusmaya, Müslümanları kadın, çocuk, ihtiyar, genç demeden katletmeye, Müslümanlara ait malları yağmalayıp geri kalanlarını ateşe vermeye başlarlar. Bu hınç karşısında Müslümanlar tam anlamıyla şoka girer.

İşin ilginç tarafı demek ki ne Eski Zağra’da ne de Yeni Zağra’da Osmanlı’ya ait bir ordu, tümen, yani koruyucu birlik yokmuş, varsa da yetersizmiş. Süleyman Paşa Edirne’den Balkanlara ordusuyla birlikte hareket eder, fakat bu yolculuk haftalar alır. Haftalar boyunca zaten Ruslar yapacağını yapar. Ne yapar? Tabii ki müthiş bir korku salarak halkı etkisiz ve dirençsiz hale getirir. General Gurko önce halkın silahlarını toplatır. Müslümanlardan toplanılan silahlar Bulgarlara verilir. Ruslar güya geçici bir hükümet kurmuştur ve kimse haksızlığa uğratılmayacaktır. Bulgarlar bütün güçleriyle kapıları kırıp tecavüze, işkenceye, katliama devam ederler. Fakat Ruslar tarafından hiçbiri cezalandırılmaz, en fazla azarlanır.

93 harbiEski Zağra’nın âlimleri, kıdemlileri “adalet” isterler, bunu da geçici işgal hükümetine bildirirler. Adaleti kim, kimden ve ne için istiyor, dikkat edilsin! Fakat Müslümanlar eli boş dönmeye mahkum. Rus komutanlarla Müslümanlar arasındaki iletişimi de Bulgarlar sağlar. Müslümanlar Rusça bilmiyor. Bulgarlar ise şakır şakır Rusça konuşuyor. Hüseyin Râci Efendi’nin yazdıklarından bir de şu acı gerçeği öğreniyoruz: Türkler 500 yıla yakın Balkanlardadır, fakat içlerinde Bulgarcayı bilen çok azdır.

Müftüye göre ise halk Müslümanlıktan uzaklaşmış, nefsinin derdine düşmüştür

Halk Bulgarların ve Kosakların (Hıristiyan olmuş Türkler) saldırısına karşı savunmasız kaldıklarından ilk elde hicreti düşünürler. Zağra Müftüsünün de yer yer belirttiği gibi, halkı bir araya getirip bir direniş hareketi oluşturacak önder şahsiyetler yoktur. Bir tane Çırpanlı Sait Ağa vardır. Onun kahramanlığı ülkenin kurtuluşuna yetmeyecektir. Katliamın önüne geçilmesi için onlarca Sait Ağa’ya ihtiyaç duyulur. Çoğunluk kendini, evladını, birikimlerini kurtarma sevdasına düşmüştür. Kaçmaktan başka akla hiçbir şey gelmemektedir. Öyle ki Süleyman Paşa Eski Zağra’ya gelip duruma el koyduğunda, Emin Paşa yağmalanan mal, ev ve eşyalarının kavgasını vermektedir.

Halkın hazırlıksızlığı ve şok hali kolay kolay geçmez. Bazı Müslümanlar ilk silah toplama esnasında bıçak veya kesici ev aletlerini, Bulgarların eline geçmemesi için, tuvalet çukurlarına atarlar. Fakat ikinci bir emir gelir. Evinde silah bulunan aileler toplu halde öldürülecektir! Zağra Müftüsü tuvalet çukuruna attığı bir bıçağı saatlerce arayıp bulmak zorunda kalır.93 harbi

Bulgarlar, Kosaklar, Ruslar neden Müslümanlara böyle bir kin ve düşmanlık beslemişlerdir? Bu sorunun net cevabını Târîhçe-i Vak’a-i Zağra’da bulamıyoruz. Zaten bu soruya bir yazar tek başına cevap veremez. Sorunun cevabını bir kitapta bulmak mümkün değil. Peki Müslümanları bu kadar savunmasız bırakan şey neydi? Bulgarların eli ayağı vardı da Müslümanların yok muydu?

Târîhçe-i Vak’a-i Zağra’nın son bölümünde ‘93 Harbi’nde neden başarısız olduğumuz sorulur. Buna askerî ve stratejik cevaplar verilir. Bu cevapların çoğu da Süleyman Paşa’nın, risalenin bazı sayfaları değişik yayın organlarında yayımlanmaya başlayınca, Zağra Müftüsüne gönderdiği savunma mahiyetindeki mektuptan derlenmiştir. Müftüye göre ise, halk Müslümanlıktan uzaklaşmış, nefsinin derdine düşmüştür. O yüzden bu felaket başa gelmiştir.

İlk akla gelen nedenler bunlar. Tespitler kesinlikle doğru. Fakat yine de okuyucuyu tatmin etmiyor. Özellikle Zağra Müftüsünün Hatıraları’nı okuyunca bu tür cevaplar hiç yeterli gelmiyor. Kitabın etkileyiciliği biraz da bu yüzden: 1- Sordurduğu sorular, 2- Verilmeyen cevaplar, 3- Anlatılmayan olay ve kişiler, yani boş kalan sayfalar.

Târîhçe-i Vak’a-i Zağra’yı okumak, ‘93 Harbi ve tümden Balkan felaketini öğrenmek ve anlamak için iyi bir başlangıç. Haberimize başlık yaptığımız, Yahya Kemal’in şu sözü kesinlikle doğru: “Bu kitap, Türklerin vatan edebiyatında en samimi, yüksek bir şaheserdir.”

Ömer Yalçınova yazdı