Yaşarken insanın önünde kımıltısız bir hayat vardır. Bir duvar gibi kaplamıştır insanın varlığını hayat. En son gördüklerimiz en yakınımızda olanlardır hep. Yakınımızda bulunanlar sanki varlıklarını bize dayatıyorlarmış gibi gelir. Bu yüzden zıplayarak geçeriz onların suretleri üzerinden. İnsanı en son kabul eden en yakın çevresidir. Vefasızlık ve kadir bilmezlik hep yaşarken cömertçe kullandığımız bir şey. Sağlığında Ahmet Haşim bunun ıstırabını çekmiş, Yahya Kemal hep bu gelgit içerisinde yaşamış, Tanpınar fazlasıyla görmezden gelinmiştir.
Değerlerinin bilinmesi için ömür sürdükleri zaman kadar bir zaman geçmesi gerekiyor ölümlerinin üzerinden. Yani ölümleri de pek genç olmamalı. Bugün edebiyat, sanat ve kültür dünyasında sükût suikastına maruz kalanlar uzun bir ömür müddeti kadar sabredip dişlerini sıkmaları gerekiyor. Bedenleri ortadan kalkmalı, mevcudiyetleri ölümle vücut bulmalıdır. Şöyle bir bakın etrafınıza, yaşarken şımartılmayan isimlerin serin serviler altında nasıl ayrıcalıklı muamele gördüklerine tanık olacaksınız. Bir sanatçı ya da kültür adamı şayet hak ettiği ilgiyi göremiyorsa sebebi yeterince ölmediğinden dolayıdır. Ölür ölmez artık olur olmaz şeylerle uğraşan adam olmaktan kurtulacak ve ulular sınıfına dahil olacaktır.
İsterseniz kısa bir süreliğine 3020 yılına doğru gidelim. Teknolojik ilerlemeyi bir kenarda tutalım, yapay zekâ, yapay akıl ve yapay vicdandan mürekkep yapay ahlak öğretilerine de hiç girmeyelim. Tanzim Satış mağazaları, Atatürk Kültür Merkez, Çamlıca Camii, Taksim Camii, 34. boğaz köprüsü ve 27. havalimanını da hiç kafaya takmayın. Evet dershaneler ortadan kalkmış, okullar haftada tek güne indirilmiş, üniversitelerden andımız yeni kaldırılmış, Türkiye’nin nüfusu 150 milyonun üzerinde. Daha bir sürü şey var bugünün insanının aklının almayacağı. Bilgisayar ve internet teknolojisi zirveyi yaşıyor, lakin bugünkü insanın idrakine bu gelişmeyi anlatmak hiç mümkün değil.
Ödev konusu Bünyamin Küçükkürtül
Dijican okuldan gelir gelmez oynar başlıklı çalışma masasında derslerinin başına oturmuştur. Bu sezonun son sürüm masasıdır. Soruyu doğru cevapladığında masanın oynar başlığı harekete geçip onaylama anlamında başını sallıyor. Lakin kimi bilgiler yeterince güncellenmediği için masanın belleğinde olmayabiliyor. Yapay zekâ elektrik süpürgesi de uzun zamandır bu çok amaçlı fonksiyonunu yerine getirememekte, kimi zaman etrafı süpürmekten bile aciz duruma düşmekteydi. Tabletindeki okulda robot öğretmenin verdiği zihin geliştirici soruyu cevaplayabilecek tek kişi babasıdır Dijican’ın. Babası internette bir gecelik uzay dolmuşuyla Mars turu kampanyalarına göz gezdirmekteydi. Dijicanı görünce kafasını kaldırdı. Ne diyeceğini anlamış gibi:
“Haydi kızım çabuk soruver de sorunu Mars biletleri tükenmeden yer ayırtayım.”
Dijican tabletindeki ödevi robot ağzıyla üzerine basa basa okudu: “21. yüzyılın (milenyum) önemli şairlerinden Bünyamin Küçükkürtül hakkında bilgi toplayınız.”
Gülümsedi babası. Böyle şeyler 2019’ların, yani eski Türkiye’nin öğretme teknikleriydi. Küçümsese de bozuntuya vermedi. Hemen hızlı bilgi aktarım modülüne girerek kızının ödevini en kısa yoldan en süratli biçimde yapabileceği adrese yönlendirdi. Dijican’a göre adres çok da akılda kalıcı değildi. Yüksek verimlilikteki yapay zekâ robotu Sükuti’nin ağzıyla adresi üzerine basa basa tekrar etti: “Bünyamin K Araştırma Enstitüsü: Mürsel Sönmez Caddesi, Sıddık Ertaş Sokak, No: 77 Kat: 86 Kadıköy.”
Dijican hava bisikletine binerek birkaç dakika içinde gösterilen adrese ulaştı. Öncesinde sipariş yaptırdığı için Bünyamin K ile ilgili bütün dokümanlar ve eserler hazırlanıp paketlenmişti.
Asım Gültekin Durağı
Dönüşte belediye otobüsünü tercih etti Dijican. Asım Gültekin Durağı’nda çok beklemeden Santuri Sedat Anar semtindeki evlerinin yolunu tuttu. Giderken billboardlarda Zafer Acar’ın doğumunun 140. yılı etkinliklerine gözü takıldı. Okulda derste edebiyat öğretmeni nerdeyse bir üniteyi Zafer Acar’a ayırmıştı. Dijican’ın opera sanatçısı olan annesi Hijyen Hanım ona her ödevinde yardımcı oluyordu. Yine öyle yaptı ve o rengârenk sesiyle başladı okumaya:
hazırlan önümüz bahar
ellerini kıra sürmelisin
dağ var bilirsin taş var yağmur var
önümüz bahar
su iner çerçöp iner
ve sağrısı yelesi toy bir tay iner
Mehmet Nuri Yardım Gençlik Merkezi
Dijican’ın koleksiyona meraklı ablası Somya çantasından eski bir fotoğraf çıkarıp “bilin bakalım bu kim?!” diye havaya kaldırdı. Önce baba tahmin yürüttü: Şeyh Galip 20 yaşında! sonra anne Hijyen Hanım bilmiş edasıyla kesin gibi konuştu: Bu 21. yüzyıldan bir resim, renkli çünkü; şair Cengizhan Orakçı’dan başkası değil; üstelik üniversiteyi yeni bitirmiş hali. Keyifli keyifli güldü Somya “Anneciğim o dönemlerde biz şair Cengizhan Orakçı’yı hiç bıyıklı olarak göremiyoruz ki. Kültür bakanlığının elinde varsa onu bilemem tabii. Geçen yine 21. yüzyıl şairlerinden Şadi Kocabaş’ın çocukluk kıyafetlerini sergilemişti Kültür Bakanlığı. Dijican ablasının bir yanlışını yakaladığını sanmanın sevinciyle öne atıldı: Nasıl olur? Şeyh Sadi 12. yüzyılda yaşamış bir şair. 21. yüzyılla nasıl bağdaştırırsın? “Ah” dedi Somya kardeşine “daha çok okuman gerekiyor Sadileri çağlarına göre ayırt etmek için benim güzel kardeşim. Geçen gün de Üsküdar’daki Özcan Ünlü heykeline Orhan Veli demiştin.”
Dijican ve Somya’nın babası Nicel Bey internetteki işlerini tamamlanın keyfiyle kızlarına seslendi:
“Çocuklar var mısınız bu Cumartesi üstat Sezai Karakoç’u ziyarete gidelim Haseki’deki Diriliş Partisi Lokaline. Hem dönüşte Mehmet Nuri Yardım Gençlik Merkezi’ne de uğrarız.”
“O zaman ben de bu güzel teklife elimdeki fotoğraftaki kişinin kim olduğunu söyleyerek karşılık veriyorum: Bünyamin Küçükkürtül!” diye karşılık verdi Somya.
Baba Nicel Bey resme yakından bakarak: “Bıyıklarına bakarak anlamalıydınız çocuklar!” dedi. Baksanıza tam Maraş bıyığı, üstelik bu bıyıklar daha kahraman unvanını almadan önceki hali.
Dijican birden sessizleşerek gizemli hale bürünüp robot Sükuti’nin üslubunca ayakta yorgun düşmüş lafı yerine oturtuverdi:
“Göreceksiniz bu seneki evlenmeden önce yapılan iki aşamalı sınavın birinci aşamasında Bünyamin K’dan en az üç tane soru çıkacak!”