Abdurrahman Dilipak ile Ayşe Böhürler, İletişim Platformu’nun 24 Şubat Pazar günü Ali Emiri Kültür Merkezi'nde düzenlediği panelde ‘28 Şubat Sürecinde Medyanın Rolü’nü anlattılar.

28 Şubat 1997. Anılan tarihten itibaren Türkiye’de birçok şey değişti. Genel değişiklikleri herkes bilir lakin ben o yıllar İstanbul’da Diyanete bağlı bir Kur’an Kursu’nda hafızlık öğrencisi olarak yer alıyordum. Dışarısı ile pek bağlantısı olmayan bir yer iken bir anda tüm güvenlik teşkilâtının sık sık uğradığı yer olmuştu. Polis, asker yanı sıra askerî rütbeliler, komiserler, üst düzey komutanlar yunuslar eşliğinde ziyaret ediyorlardı! Bu sık ziyaretlerinden bir şey anlamıyorduk. Oysaki anne ve babalarımızdan gördüğümüz Kur’an’dan başka işimiz gücümüz yoktu. O yıllar geçti geçmesine ama o anları hatırladığım her defasında aynı ürpertiyi hissediyorum.Ayşe Böhürler

Başörtüsüne yönelik tutumlarını maske gibi kulandılar

Ali Artmaz’ın sunuculuğunda başlayan oturumda ilk sözü, “Post-modern darbe mantığı nedir? 28 Şubat nasıl gerçekleşti? Bu darbeyi post-modern kılan özelliği neydi?” gibi sorularla Ayşe Böhürler aldı. Böhürler, o dönemin medyasından bahsederek şunları söyledi: “Türkiye'nin genleriyle oynandığı bu dönemde medya aktif olarak rol aldı. O dönemde ben de medyada, Kanal 7 kanalındaydım. Medyadaki tüm olayları birebir yaşadım. O dönemin en önemli özelliği, başörtüsüne karşı geliştirilen itirazların önde maske gibi kullanılmasıydı. 28 Şubat'ın bugün bile hâlâ giderilmemiş tek mağduru başörtülü kadınlardır. Başörtü yasaklarının 28 Şubat’ın tek amacıymış gibi yansıtılması, sadece oraya odaklanılması manipülasyondur. Başörtüsünü maske gibi kulandılar. Aslında 28 Şubat süreci Türkiye’yi ekonomik, askeri, yönetim, siyasi olarak başka bir yapılanmaya götürmüştür. Başörtülü kadınlar bu noktada en fazla kullanılan mağdurları olmuştur.”

Gazeteci olarak yer aldığı o süreçte medya dünyasından kesitler sunup, konuşmasına bizzat şahit olduğu olayları anlatarak ve aynı zamanda analizlerini ekleyerek devam eden Böhürler, konuşmasına şöyle devam etti: "Tabi aslında 28 Şubat bizim kendimizle yüzleşmemizi sağladı. Milli siyaset yaklaşımı değişmiştir. Savunma refleksleri kırılmıştır. İrtica Türkiye'nin en önemli sorunu hâle getirilmiştir. Batı Çalışma Grubu oluşturulmuş ve 11 milyon kişi fişlenmiştir. Özellikle askerlerin eşleri, çocukları, aileleri, akrabaları kullanılarak çok ciddi güvensizlik ortamı çıkartılmıştır. Laik-Müslüman çatışması yaşatılmıştır.”

Bu süreçte medyanın dâhil olduğu süreçten de bahseden Böhürler, “Mesela çok fazla çıkan haberlerden biri de İmam Hatip haberleridir" şeklinde konuştu ve dönemin gazetecilerinden de örnek vermekten çekinmedi. Medya olarak internetin yaygın olmadığı zaman diliminde haber için gazete ve televizyon dünyası başta gidiyordu. Televizyonu sevmesem de gazete takip eden biri olarak aklımda kalan en yaygın intiba muhafazakâr gazetelerin ya da medyanın sürekli 'savunma' halinde yayınlar yapmasıydı. Böhürler de konuşmasında şunlara değindi: "'Tavizle çoğaldılar', 'Adım adım büyük hedef!' manşetlerini kullanıyorlardı. Büyük hedef dedikleri devleti yıkmak vs.. Bunlar bir yapılanmanın dokümanları olarak gösterilmiştir. M. Ali Birand o dönemleri anlatırken, 'O dönemlerde yaptığımız haberlere talimat almamıza gerek yoktu! Kimse bize medya patronlarını çağırıp darbeyi destekleyin demedi. Biz zaten hazırdık. Biz verilmeden alınmış görevi yerine getirdik!’ demiştir.”

Ayşe BöhürlerDöneme ait tecrübelerini farklı açılardan bakarak anlatan Böhürler, işin bir de trajikomik taraflarından örnekler sunarak şunları söyledi: "Avni Özgürel bir komisyonda anlatmıştı: 'Mesela Paşanın birinin aklına geliyor. Bir Atatürk büstü imalatını yapan fabrika açalım. Fabrikanın parası yok, ne yapalım? Tüm kamu bankalarına daha bu büstler yapılmadan satalım. Tabi başta satılıyor ve fabrika açılıyor.’ Çıkarcı Türkiye'yi ekonomik olarak paylaşmak isteyen güruhun bir yapılanması olarak görüyoruz. Mesela Uzan yönetimlerinin 4 yıl maliyeye kapalı olması bile bu dönemin gerçeğini ortaya koyuyor. Birçok iş adamı yetkisi olmadığı halde bile banka kuruyor. Sonra banka kendi şirketlerine borç para aktarıyor. Bankayı batırana bir daha yetki veriliyor. O dönemde tüm medyanın aynı zamanda bir bankası olması da bir başka örnektir diyebiliriz. Bunlar hikâye gibi geliyor fakat aslında değişmesi gereken Türkiye'nin sistematik gerçekleri..."

Ekonomik dengeler konusunda ahlak yapısına uygun düşmeyen bazı oyunların oynandığından da bahseden Ayşe Böhürler, konu hakkında şunları aktardı:" Bu dönemde ahlâki olmayan durumlar da olmuştur. O dönemde bankaların, bazı gazetecilerin yardımıyla devalüasyonlardan, ekonomik gelişmelerden hemen önce başbakan ve çevresindeki yakın kişilerden haberleri öğrenip o yönde yatırım yaptıklarını biliyoruz. O gazeteciler şimdi ne yapıyor? Piyasada halen gazeteci olarak anılıyor isimleri." Yazar devam ettiği konuşmasında, dönem içerisinde kamuya ait hiçbir kurumun masum olmadığına çünkü herkesi kontrol eden ya da baskı mekanizması aracılığıyla istediğini yaptırtan güçlerin olduğunu vurgulayarak buna maalesef Diyanet’in de dâhil olduğunu vurguladı.Abdurrahman Dilipak

Darbeler bu kurulu düzenin devam etmesi için gerekli

Ayşe Böhürler sözlerini böyle tamamladıktan sonra sözü Abdurrahman Dilipak aldı. Abdurrahman Dilipak unutamayacağım nadir kimselerdendir. Kimi zaman üslubu, kimi zaman mücadelesi, kimi zaman anlatma kabiliyetiyle farklılığını her daim yansıtır. Tatlı sert ses tonu, en ciddi olayları bile bir espriyle anlatarak bizleri dinlerken yumuşatan adamdır kendisi. Zihni koskoca bir tarih, 3 darbenin izlerini taşıyor. İnşallah anılarını hiçbir notunu atlamadan en kısa zamanda yayımlar. Dilipak konuşmasına arkasındaki dünya haritasını anlatarak başladı. Dünya haritasına bakarak, “aslında bu harita efendilerin(!) bizim üzerimizdeki en büyük manipülasyonu” diyerek başlayan Dilipak, haritanın nasıl meydana geldiği hakkında bilgi verdi. Dünya haritasında Ortadoğu'nun neden, kime-neye göre ortada olduğunu soran Dilipak, İngilizlere göre ortada olduğunu belirtti.  Haritanın neden tüm herkesçe bu şekilde algılandığını sorgulayan, dünya devletleri hakkında birtakım rakamsal istatistik bilgiler veren Dilipak, 'efendi zannedilenlerin her zaman haritanın üstte yer aldığına' dikkat çekti.

Abdurrahman Dilipak şöyle devam etti: "Bu haritada Amerika’nın buraya alınması zihinlerinizde devrim yapmayı amaçlayan tam bir manipülasyondur. Bugünkü Batı uygarlığının arkasında Kızılderililerin kanı, Afrikalının gözyaşı ve sarı ırktan çalınan alın teri vardır. Dünyada 4 ırk var, 3’ünün yokluğu üzerine bir medeniyet inşa etmişler. Sürdürülmek istenen düzen bu! Yoksa Kenan Evren'in keyfine bırakılmış hadise değil! Onlar sadece bunun mahalli komiserliğini, mahalli şubesini yönetiyorlar. Söz dinlemedikleri zaman böyle cezalandırıyorlar. Yani derin devlet tasfiye edilmiyor, değişen şartlara göre uyum îfa ediyorlar. Yoksa yeni bir imajinasyon, yeni bir hareket asla değil! 'Çanakkale geçilmez' de zihninize yapılmış bir manipülasyondur. Yoksa Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla geçilmiştir. Darbeci Kenan Evren neyse, İttihat ve Terakki de oydu. Karşı çıkanlar da tasfiye ediliyor. Bu iktidar da direnmeye çalışıyor. 28 Şubat süreci devam ediyor."

Abdurrahman DilipakDilipak ayrıca “28 Şubat aslında 1000 yıl sürecek” lafının doğru olduğunu, çünkü şeytanın kıyamete değin ruhsat aldığını belirtti. Kurtuluş Savaşı zamanlarından günümüze kadarki darbeleri açıklayan Dilipak, şunları söyledi: “Türkiye niçin laikse Suudi Arabistan onun için krallık; devletlerin sınırları belli konferanslar sonucu belirlenmişti. Bu ülkelerin rejimleri de belli konferansların sonucu oluştu. Egemenlerin koşulu sonucu dünya haritası çizildi. Mesela 22 Arap ülkesi var. Bunlar Osmanlıya ihanet eden Arap aşiretlerine peşkeş çekildi. Tüm Arap halkına değil... İngilizler, Fransızlar tarafından Arap aşiretlerine armağan olarak verildi. Darbeler bu kurulu düzenin devam etmesi için gerekli. Onun için balans ayarı yapıyorlar, bazen de değişen şartlara uyum için iktidarları değiştiriyorlar. Darbelerin asıl sebebi bu. Bu işin içinde medya, mafya, sermaye, siyaset, bürokrasi ve herkes var. Ve toplumların farklı kesimleri dini, etnik, ideoloji, politik tüm grupları birbirinin üzerine kışkırtarak onların kan ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmeye çalışıyorlar. Onun için kendi yandaşlarını destekleyen çalışmalar yapıyorlar. Bunların kadrolarında değişik kesimlerden herkes var.”

 

Burak Yılmaz haber verdi