Hikâyesi olmayan insan yoktur. Hikâye anlatmak isteyen insan ise çok değildir. Bu, hikâyenin anlatılması güç bir tür olmasından değil; özel bir alan olmasındandır. Tabii, kaş yapayım derken göz çıkarmamak için de anlatmak istemediğimiz olur.

TYB İstanbul Şubesi (Kızlarağası Medresesi)’nde öykücüler ikinci toplantılarını 11 Haziran Cuma günü gerçekleştirdiler.

Atölye çalışması değilSelvigül Kandoğmuş Şahin

Hikâyeİstanbul, bir atölye çalışması mı? Son toplantıda Selvigül Kandoğmuş’un Hece Öykü’de yayınlanan “Bahtiyar” adlı öyküsünün kritize edilmesi sanki bir atölye çalışması yaptığımız izlenimini verebilir. Ancak, katılımcı arkadaşların dillerini çözmek namına böyle bir yola başvurulmuş olabilir. Sanal ortamda dünyanın en iyi ya da en sıkıcı metnini paylaştığınızda canınızı en çok sıkan “çok güzel olmuş”, “eline-yüreğine sağlık” ya da “çok sıkıcı olmuş” gibi kısa ve geçiştirici ‘yorumsu’lardır. Bu sebepten öykücünün metni hakkında etraflı bir kritik yapılması hem metnin sahihliği açısından hem de öykücünün emeğini taltif bakımından önemlidir.

Yoldayım

Yoldayım, Eskişehir yolunda bu haberi yazarken. Otobüste. İkramın biri gidiyor biri geliyor. Sakarya Ovası’ndan akıp giden bir semender gibi ilerlerken otobüsümüz, Türk öyküsünde vicdan, öykümüzde direniş damarları, Hikâyeİstanbul’u önemseyen öykücüler, devrimleri ayakta tutan sanatçı duyarlıkları geliyor aklıma…

Toplantıda merak uyandırıcı neler yaşandı? Bir serinlik vardı toplantıda; sabah serinliğinde denizden gelecek balıkçı teknelerini bekleyenlerin duyduğu meraklı bir serinlik.

Bir otobüs yolculuğunda ilk kez dondurma ikram ediliyor. Şaşkınlıkla alıyorum serinliği ellerime. Sanki misafirim ve ev sahibim beni müşteri olarak görmeyen birileri…

Hikâyeİstanbul, öykücülerin gündem oluşturmalarıyla daha da diri bir eyleme dönüşecek. Bu, katılımcı öykücülere bağlı bir hadise.

Kimler ne konuştu?

Yıldız RamazanoğluMehmet Sait Çakar ve Yasin Şafak tok sesleriyle, net cümleleriyle ve kapsayıcı fikirleriyle sınıfın yaramaz ve zeki çocukları gibi duruyorlardı. Tabii, beni de oyuna getirmediler değil! Hele ki M. Sait Çakar’ın hayatın her dakikası eyleme kesmiş gözleri ve sözleri insana epey molotof attırır.

Yıldız Ramazanoğlu’nun, duru ve dingin anlatımda öykü-hikâye ayrımından ziyade anlatılacak öykünün kıymetini bir kere daha idrak ettik. Öyle ki, yazılmış bir metin üzerinden fikirlerini beyan ederken, o naif üslubu ve kelimelerini seçerken gösterdiği titizlik okunan metne bir daha bakma gereği hissettiriyordu insana.

Mihriban İnan Karatepe’nin hikâye üzerine konuşması ve “Bahtiyar” öyküsünü analiz ederken kullandığı dil dikkate değerdi. Öykücünün başka bir öykücü üzerinden söz söylerken tek metne bakmanın kolaycılığı, asıl analizin öykücünün metinlerine hâkim olmakla mümkünMihriban İnan Karatepe olacağı üzerineydi ki el hak doğrudur.

Güray Süngü, kelimelerini kumsaldan birer birer çakıl taşlarını toplayan sakin bir insanın dinginliğiyle masanın üzerine dizdi adeta. “O kelimelere dokunmak isterseniz Kızlarağası Medresesi’ne gidin” derim. Zira Güray’ın o yıkanmış çakıl taşı temizliğindeki kelimeleri hâlâ masanın üzerinde duruyorlar. Öyküde ayrıntının önemini Güray’ın tahlili sırasında tartıp zihnimize yeniden yerleştirdik.

Mehmet Sait ve benim analizim belki de olumsuz algılandı. Bunu engelleyemeyiz. Ancak metni ciddiye alan yaramaz çocuklar olarak tu kaka etmiş değil, aksine “Bahtiyar”ı önemsediğimiz için karşılaştırmalar ve benzetmelerle onu tahlil etmiş ve Selvigül Kandoğmuş’un cesaretini takdir etmişizdir.

Bir öykü alanı kuruluyor

Birbirimizin öyküsünü dinlemek için toplandık. Birbirimizi ne kenarda ne de masada kesmek için toplanmış değiliz. Eteğimizdeki taşları dökmek de değil maksadımız. Zira dökülecek taşın yeri değildir gönüllü paylaşım alanları.

Bir öykü alanı kuruluyor Hikâyeİstanbul’la. Hikâyesizliğin tavan yaptığı, hikaye anlatmanın âlemi kabzettiği bir zamanda, zamanlarını birbirlerini dinlemeye ayıran bu güzel insanlara saygılarımı sunuyorum.

Aliye Akan, Ferdi Amca, Aykut Ertuğrul, Asım Gültekin, Nermin Tenekeci, Esra Özdemir, Nuhan Nebi Çam, Cemal Kılınç toplantının suskunlarıydı demek doğru olmaz. Zira her öykücünün yüzünden akan kelimeler vardı muhabbetin kaynağına doğru.

Çoklu okumanın en diri halini gördüm Hikâyeİstanbul’da. Umarım daha velud muhabbetler ve iz bırakan etkinlikler neşet eder bu toplantılar sonrasında.

Romana gönül vermiş olsam da ben en çok öyküleri sevdim, şu yol hikâyesinin en ferah yerinde durup geriye, ileriye, yanlara bakıp “anlatacak bir hikâyesi olmak ne güzel” demeyi sevdim.

Yaz dostum! Bazen, yaza yaza doğar hikâye ve bir hikâyemiz olur yazıyla.

Selam eder, tüm emek verenlerin kalemlerini öperim.

 

Zeki Bulduk burada güzel şeyler oluyor, haber veriyorum dedi