20. asırda bir 'Aşk Bezirgânı' Ali Nezih Uzel Bey

1938’de Mudanya’da dünyaya gelmiş, 1957’ de Galatasaray Lisesi’nden mezun olmuş. Babası Haydarpaşa Tıbbiye-yi Şâhâne ve Gülhane Asker Hastanesi 1915 mezunu. Dr. Mehmet Muhlis Bey, annesi Fatih Medresesi Müderrislerinden Hüseyin Hüsnü Efendi’nin kızı Hacer İhsan hanımdır. 1949’da ailecek İstanbul’a taşınmışlardır. İstanbul’da kadim kültürümüzün temsilcilerinden Ord. Prof. A. Süheyl Ünver, kudümzen başı Sadettin Heper, Neyzenbaşı Halil Can, Hat-Tezhib Üstadı ve Gülcü Necmettin Okyay, Halim Yazıcı, Bekir Pekten’in derslerini takip etmiştir. Resuhi Baykara, Abdülbâki Gölpınarlı, Mithat Bahari Beytur tanışıp istifade ettiği zevattandır.    

Nezih Bey semazen.net’teki “Mevleviler 18 yaşında” başlıklı yazısında şöyle diyor:

“Geçtiğimiz cumartesi günü onarımı tamamlanan “Yenikapı Mevlevihanesi” salonlarında Vakıflar Genel müdürlüğü ile Mevlevi camiası arasında gerçekleşen tarihi istişare toplantısında Devlet yetkililerinin karşısına iki sıra dizilen Mevleviler on sekiz yaşındaydılar. Genç, terütaze, dipdiri, canlı ve heyecanlıydılar. Yedi yüz yılın birikimi ile içleri enerji doluydu. Bu enerjiye Hazreti Mevlâna vaktiyle “aşk” adını takmıştı. Mevlâna eski zamanda aşkın tarifini de vermişti: “ben ol da bil…” diyordu. O ise bir aşıktı. Yaradan’ın izni ile Yaradan’ın yolunda ve sonsuzluğa doğru…

Devletin sağında, masada Mevlevi ailelerin bugün yaşayan torunları vardı. Başta Hz. Mevlâna’nın 22. göbekten iki devamı yer almıştı: Esin ve Faruk Hemdem Çelebi’ler. Daha ilerde Yenikapı Mevlevihanesi’nde 190 yıl post tutmuş Kütahyalı Ebubekir Çelebi ailesinin son torunu Marmara Üniversitesi matematik doçenti Baki Baykara yer alıyordu. Onun hemen yanında Eskişehir Mevlevihanesi şeyh torunları vardı. Masanın bu tarafında yer alanların çoğu, yüzlerce yıllık Mevlevi şeyhlerinin ve Mevlevi ailelerin bugün yaşayan torunları veya akrabalarıydılar. Devlet “hadi…” dese bunlar vaktiyle atalarının zorunlu olarak terk ettikleri dergâhlarının başına geçerler ve yedi asırlık hizmet, modern şekliyle kaldığı yerden devam edebilirdi. Muhteşem bir manzara seyrediyorduk.

Devletin solunda ise yaşamlarını ve cümle gayretlerini bir ömür boyu Mevlevilik hizmetinde harcamış, harcamaya devam eden ve harcamaya gönüllü ailelerin devamı yer almıştı. Bunların arasında Mevleviliği birkaç nesle öğreten, büyük bilim adamı, Mevlevi dervişi, rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı’nın oğlu göze çarpıyordu. Onun yanında Türkiye’ye ney sazını tanıtan Niyazi Sayın vardı. Oradaki tüm diğer kişilerin de nesepleri kurcalandığında geride daima, Mevleviliğin onuru olmuş ve bugün fani hayata veda etmiş büyük tarihi isimlerin çıkacağı şüphesizdi. Masanın karşı sırasında yer alan Mevlevi aileler o gün, orada, insan geninden yürüyen ve yürümeye devam eden bir kültürün muhteşem manzarasını seyrettiler.

Bu muhterem kişilerin çoğu bugün hayatta değiller. Hayatta olanlar ise asla yaşlanmadılar. Ruhları hep genç kaldı. Onların yaşları on sekizi aşmadı. Görevi ise giderek bedenleri genç olan yeni nesillere devrettiler.

On sekiz Mevlevilerde uğurlu bir rakamdır. Mevlevilerin kendileri de uğurludur. Günümüzün toplumunda kendilerini yanlışlıkla Mevlevi sayanların da bir gün uğur ve feyz sahibi olacakları umulur”.

Günümüzde uluslararası şöhrete sahip Konya- Mevlâna ihtifali 1950’li yıllarda, İl Halk Kütüphanesi’nde yapılan törenlerle başlar. Nezih bey, en baştan itibaren bu merasimlerde önemli rol alır. Sapanca’da bir ikametgâhı, Nejat Tezcan abi ve Dr. Sait Başer Hoca gibi yârânı vardır. Zaman zaman Sapanca’ya teşrif ederdi. O münasebetle 2008-2009 yıllarında kendisini ziyaret ve sohbetleriyle zevkyâb olurduk.

Galatasaray gibi İstanbul’daki namlı liselerden mezun olanlardan birçoğunun başkalaştığını biliyoruz. Nitekim Nurettin Topçu, bir yıl hocalıktan sonra İzmir’e gönderilmişti. Nezih Bey, Galatasaray’da okumuş olmasına rağmen “asaletini kaybetmeyen irfana mensup” kalmıştı. Bunda ailesinin olduğu kadar İstanbul’da dahil olduğu köklü, muhabbetli muhitin, zirvelerin tesiri olsa gerektir. Çok zeki engin edebiyat ve musiki, kültür ve zevkine sahip, çok da nüktedan bir insandı. Bendir-i şerifi ile bize yaşattığı saatlerin hayal ve hatırası bile şimdi çok kıymetli geliyor.

Gazetecilik de yaptığı için çok geniş bir kültür muhiti vardı. Kendisinden dinlediğimiz hatıralardan biri de şöyledir: Konya Üçler Kabristanı’nda medfun Hz. Mevlânâ muhibbanından gazeteci yazar Refii Cevad Ulunay’la da dostlukları varmış. Milliyet Gazetesi başyazarı ola Refii Cevad bey, yazılarını el yazısı ile yazdıktan sonra, gazetede çaycılık yapan Bayram’ı çağırır yazıyı vererek “oku” dermiş. Bayram ayakta başını sallayarak, hafif sesle okuyup bitirdikten sonra, “Olmuş mu” diye sorarmış. “Gayet iyi olmuş Cevad Bey” derse, “götür bassınlar” dermiş. “Şurası pek iyi olmamış Cevad Bey” derse, “getir düzeltelim” der. Bayram, “şimdi oldu Cevad Bey” derse, “gene götür bassınlar” dermiş. Burada Refii Cevad beyin ortalama halk idrak ve irfanını dikkate aldığını ve iyi anlaşılmaya önem verdiğini görüyoruz. Zaten kendisi Refik Halit gibi, feylesof Rıza Tevfik gibi, Halide Edip gibi bir yüksek ifade ve üslup sahibidir. Birçok eseri hala yayınlanmakta ve zevkle okunmaktadır.

Refii Cevad Bey, merdân-ı Hüdâ’dan gayretullah sahibi bir zât-ı şerifmiş. Şöyle bir mertliği de anlatılır: “Süleymâniye Kütüphanesi müdürlerinden mutasavvıf M. Hazmi Tura’nın Hayrul hâlefi olan M. Nusret Tura’nın, gazetesinde tasavvufî yazılar yazmasını rica etmiş. Nusret Bey, bazı yazılarını kendisine göndermiş. Fakat gazete yönetimi bunları fazla dinci bularak neşrine müsaade etmemiş. Refii Cevad Bey, gazetenin bu nahoş tavrına karşı ilginç bir protesto yöntemi bulur. Nusret Bey’den aldığı bazı yazıları kendi sütununda sanki bir okuyucu mektubuymuş gibi yayınlar”. (M.Nusret Tura Aşk Yolu, İnsan Yay. M.Erol Kılıç’ın önsözünden)

Gene bir haber kanalında M. Bardakçı’nın programında Nezih Bey, 1915 İstanbul işgalindeki İngiliz istihbarat subayı Yüzbaşı Bennet’in macerasını etraflıca anlatmıştı. (N.Uzel, Selis Yay. Atatürk'e Nasıl Vize Verdim (Tarih Unutmaz Yüzbaşım) Yzb. Bennet, istihbaratçı hüviyetiyle her yere girip çıkarken o yılların muhtefi urefâsından Melâmî Hasan Lütfi Şuşud’un manevi oltasına takılmış. O sebeple işgalden sonra, askerlikten ayrılarak İngiltere’ye dönmüş ve bir İslam okulu açmış.  

H. Lütfi Şuşud’un Boğaziçi Yay. neşredilen Türkistan velilerinin menakıbını anlattığı, zevkle okunan Hacegân Hanedanı ve Fakir Sözleri isimli eserleri de vardır.

Bu vesile ile Nezih Bey, Emin Işık ve Sadettin Ökten hocamızın da dostları Mevlevi musikişinas Nejat Tezcan abiden de kısaca bahsetmeliyiz. Nejat abi, TRT’ den emekli, refikaları Mualla abla da musikişinas ve muallime tekaüdü. Kızlarının isimlerinin de Sabâ ve Nevâ olması da musiki zevklerini aşikâr ediyor.  Sapanca Gölü kıyısındaki mütevazi hane-i saadetlerinde on beş günde bir dost ve aşinalarla, musiki fasılları icra ederler. Zikr-i şerif formundaki bu meşklerle Hz. Mevlânâ ve diğer azizânın ruhlarını şâd ederlerdi. Erken giden ahbaba dahil olup, Sapanca kabristanına sırlanan Nejat Tezcan abiye rahmet ve mağfiret, Mualla abla ve kızlarına sıhhat afiyet niyaz ederiz.

Sadettin Ökten, Emin Işık hocalar ve Nejat Tezcan abinin de bulunduğu Dr. Sait Başer hocanın bahçeli evinde dinlediğimiz doyulmaz sohbetler hala hatıralardadır. Emin Işık hocamız dâr-ı bekâya teşrifinden az öncesine kadar Serdivan Fikir Sanat Salonu’nda Tahirü’l Mevlevi şerh-i mesnevi sohbetlerine 80’lik bir delikanlı edasıyla devam etmişti.

Nezih bey çok zeki, kültürlü ve nüktedandır, demiştik. Gazeteci de olduğundan hadisatı ve şahısları dikkatle takip etmiş. İcap edince yerli yerince izahlar yapardı. En girift, en çetin, en müşkül, en muhataralı, “izharı güç, izmarı güç” mevzuları nükte ile gülerek söyleyiverir, anlaşılır hale getirirdi.

Nezih bey fert ve cemiyet hayatında huzur ve sükunun muhabbet ve ferahlığı yerleşmesi ve çoğalmasında mühim tesiri olan tasavvuf yani Mevlevi, Türk musikisinin neşv ü nema bulmasında çok önemli hisse sahibidir. 1950’li yıllardan itibaren Konya Mevlevi ihtifalleri başta olmak üzere her türlü faaliyetin en önde icracılarından olmuştur. Gazetelerde yazdığı yazılar, işin ehli insanların bilinmesi ve tanınmasında gösterdiği gayret ve feragat şayan-ı takdirdir.

Yurt dışında Kutsi ve Süleyman Erguner’le birlikte Türk tasavvuf musikisinin tanınıp sevilmesinde, bu suretle Hz. Mevlâna – Rûmî şahsında İslâm’a ilgi ve meylin artmasında çok emeği vardır. Başta Yunus Emre olmak üzere pek çok divân sahibinin nutk-u şerifini mânâlarına da vâkıf olarak sohbetlerle icra etmiştir.

“Aşk bezigânı sermaye cânı / Kılıç mı keser himmet giyeni” ilâhisi

“Serveri ser bülendimiz / Hazreti pir efendimiz” ile nutk-u şerifini

“Şahım Ali Aba’ya /Uyanlara Aşk olsun / Meydan-ı Mürteza’ya / Girenlere Aşk Olsun” nutkunu Nezih Bey’den dinlemelidir.

Nezih Bey’in Sakarya’daki yârânından birisi de Dr. Abdullah Uysal’dır. Hafızasında pek çok büyüğün güfte ve besteleri vardır. Hekimlerin edip ve musikişinas olanlarındandır. Abdullah Bey; ehl-i dil, derya meşrep, musikişinas, pür neşe bir zât-ı şerif olup Sakarya’yı güzelleştirenlerdendir.

Nezih Bey’in 25 kitap, 28 plak cd ve kaset olmak üzere birçok eseri yayınlanmıştır. Bunlardan 29 Mart 1993 tarihli “Âhir Zaman” başlıklı gazete köşe yazısında şunları söyler: “Âhir zaman, Türk’ün hocası Ahmet Yesevî’ye göre âhir zamanın işareti insanların nefs elinde esir oluşu… Tam anlamıyla şu yaşadığımız günler: Âhir zaman ümmetleri süslerler evlerini… Nefislerine uyup bozarlar huylarını… Şan ve şevketler ile dik tutarlar boylarını. Hoca Yesevi, sanki ‘Amerikan terbiyesi’ ile yol arayan şu zamanın insanlarını anlatıyor. Bu 20. yy ahlâkını da ahlâkların en ulusu sayıyorlar.”

Birçok gazete yazısı İrfan Yayınevi tarafından kitap hâline getirilmiştir. Bunlardan biri de “Adriyatik’ten Çin’e Türk Dünyası” adını taşır. Oradan birkaç alıntı yapacağız.

“Duvar” başlıklı yazısından: “Berlin duvarını ilk defa 1969’da gördüm. Bu yaz ‘duvarın’ yanına yeniden gittiğimde bir hikâye anlattılar: Berlin’de oturan bizim Karadenizli vatandaşlarımızdan birinin evi duvara yakınmış. Ev ile duvar arasında boş bir arsa varmış. Vatandaşımızın bu arsanın boş kalmasına gönlü razı olmamış. Oturmuş oraya, karalâhana ekmiş… Böylece ünlü ‘karalâhana’ Karadeniz’den yola çıkarak Berlin duvarının yanına ulaşmış. Duvar karalâhana ile tanışmış. Duvarın bir de bu faydası olmuş… Orada yetişen karalâhananın lezzeti hakkında fikrimiz yok.”

“Rusya’daki İslâm” başlıklı yazısında da şunları söyler: “Moskova’dan trene binen bir Rus gazetecisi, kompartımana oturan seyrek sakallı ihtiyara birkaç kelime söz etmiş, ihtiyarda ses yok. Donuk bakışlarla sabit bir yere bakıyor… Gazeteci sorusunu tekrarlamış, yine cevap alamamış… İhtiyarın rahatsız olduğuna hükmederek işi kurcalamamış. İhtiyar bir müddet sonra hareketlenmiş.

-Ne dediniz?

-Nerelisiniz demiştim.

-Buharalıyım.

-Biraz önce cevap vermemiştiniz…

-Namaz kılıyordum… Gazeteci şaşırmış. İhtiyarı arka arkaya soru yağmuruna tutarak konuyu açığa çıkarmış. Ve şu hükmü veriyor: ‘İbadeti göz işareti ile yapılabilen bir din ortadan kaldırılamaz…Komünistler İslâm karşısında yenilmişlerdir.’ Araştırmacı yazar Alexander Bennigen ‘Sovyetler Birliğinde İslâm’ adlı eserinde bu hadiseyi naklediyor. Ve ‘Gazeteci trenden inerek Moskova’ya geri döndü… Araştırma yapmaktan vazgeçti.’ diyor”.

Nezih Bey’in bu kitabının arka kapak yazısı da bir şaheser: “Türk Dünyası Adriyatik’ten Çin’e kadar uzadı ama nasıl uzadı? Bosna Hersek’te Mostar köprüsü yıkıldı… Dağlık Karabağ’da Fuzûlî’nin mezarı dağıldı… Türkistan’da 27 bin câmi yerle bir oldu… Kaşgar’daki tekkeler Anadolu tekkeleri ile aynı çileyi paylaştı… Adriyatik’ten Çin’e Türk Dünyası yanıyor… Türk Dünyasının neresi olduğunu keşke çok önce belleseydik… Bayrağın ve İstiklal Marşının dünyanın nerelerine kadar uzandığını fark etseydik… Türk’ün adının Balkan’da, Arap yarımadasında, Kuzey Afrika’da hangi yörelere kadar hâlâ gittiğini bir anlayabilseydik, her şeyi bilip söyleyebilseydik bugünkü yangın bize dokunur muydu?”

Sohbet ve muhabbetin, merhamet ve adaletin ziyadeleşmesine çok ihtiyaç hissedilen günümüzde de Nezih Bey ve emsali “aşk bezirgânı” zevâtın tanınmasında sayısız faydalar vardır. Üsküdar’da bir Bülend Erel Ağabey vardı. (v.2019) Karababa dergâhı muhibbanından Ahmet Sadık Yivlik Ef. ile bilişmiş idi. Mustafa Özdamar, Ebristanlı Hikmet Barutçugil, edip ve musikişinas Kenan Sayacı Hoca, Yayıncı Ebubekir Erdem gibi zevat onun yârânı idi. Bülent Ağabey de: “Biz de muhabbet tellallığı yapıyoruz. Allah ve Resûlü’nün muhabbetini neşre çalışıyoruz” derdi. Zaman zaman hanesinde musikili dost sohbetleri yapılırdı. Kenan hoca çok güzel gazeller okurdu. Prof. Ekrem Demirli Hoca, vefatı üzerine “Bülend Ağabey Hakkında” başlıklı güzel bir makale yazmıştı.

Özellikle gençlerimize yakın zamanda ve hâlen de güzel insanların yaşadığını fark ettirmek için hazırladığımız bu mütevazi yazı vesilesiyle; ism-i şerifi geçenlerden göçenlere rahmet ve mağfiret, berhayat olanlara sıhhat, afiyet ve semereli bir ömür niyaz ederiz

YORUM EKLE
YORUMLAR
Araştırmacı
Araştırmacı - 1 ay Önce

Milli kültürümüzün dayandığı değerlerin yeni nesillere aktarılmasında, koca bakanlıkların Muvaffak olamadığı bir dönemde başlı başına bir “vakıf” olarak vazife görmeniz karşısında bizim hissemize düşen ise aczin giryesidir. Yazılarınız bizlere keyf ve huzur veriyor. Baki selam.

Ayşegül Alıcı
Ayşegül Alıcı - 1 ay Önce

Allah razı olsun.Sayenizde özel insanları ve daha fazla tanımam gereken isimlerden haberdar oluyorum.Hizmetiniz mübarek ve baki olsun.