Tüm klişelerden sıyrılarak bir kitaptan bahsetmek oldukça zor doğrusu. “Bazı kitaplar vardır; seni içine alır ve bırakmaz, olayları birlikte yaşıyormuşsun gibi derinden etkiler” dememek için çok zor tutuyorum kendimi mesela. Çünkü bu cümle birçok kitap için kurulmuştur, kurulacaktır da. Fakat o zaman bahsedeceğim bu kitabın hakkını hangi cümlelerle teslim edeceğim konusu içime dert oluyor. Abarttım mı? Tabii herkese tesiri bir başka olabilir, ona da sözüm yok. Bana kalırsa abartmıyorum.
Bir Türk Ailesinin Öyküsü, İrfan Orga'nın 1900-1940 yılları arasında geçen anılarını anlatıyor. Ceremesini hâlâ çektiğimiz bu tarih aralığı, çağdaş Türk tarihini yaşayan bir kişinin kaleminden çıktığı için tesiri çok daha çarpıcı oluyor. Mesela, “1. Dünya Savaşı patlak verdi ve Osmanlı da savaşa katıldı” cümlesi bizler için çok tanıdıktır ve aslında bir o kadar da soğuk. Fakat bu kitabı okurken o vaktin insanını nasıl da derinden sarstığını tam o tarihte oradaymışsınız gibi yaşıyorsunuz.
Bir ailenin bu dönemdeki dramını ilk ağızdan dinlemek/okumak tarih kitaplarından çok daha fazlasını katıyor insana. Özellikle İrfan Orga bu işi çok iyi başarmış, sanki kırk yıllık dostunuz da yaşadığı sıkıntıları karşınıza geçmiş size anlatıyor.
Savaşa giden baba ve ardında bıraktıkları
İrfan Orga’nın yaşantısını daha da dramatik bir hale sokan ise büyük bir zenginliğin doruklarından yoksulluğun çaresizliğine varan iki ucu yaşaması. Kitabı okurken büyük dersler çıkartıyorsunuz böylece. Bakıcılarla, güzelim yalıda el üstünde tutularak ilk çocukluk dönemini geçiriyor, bu kısımları okurken yüzünüzde güller açıyor. Fakat sonra adım adım savaşa yaklaşıldığını okuyorsunuz. Bir gün, haberler getirdiğini davul çalarak ilan eden Bekçi Baba’nın davulunun sesi uzaktan uzaktan geliyor, sesin yaklaşmasını çileli bir bekleyişle bekliyorlar ve ses yaklaştığında belli bir doğum tarihi aralığında doğanların savaşa katılacağının ilan edildiğini duyuyorlar. Önce amcasını uğurluyorlar, sonra da babasını. Kalan üç çocuk (üçüncü çocuk babası savaşa gittikten sonra doğuyor), bir anne ve bir de babaanne.
Ailenin yaprak dökümüne rağmen herkes dik durmaya calışıyor, gözyaşları bile gizli saklı. Çocuklar için dahi olsa bu derece güçlü durmanın aslında pek de iyi olmadığını kitap sonunda Şefkiye Hanım’ın (annenin) halini okuyunca fark ediyorsunuz. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan Şefkiye Hanım, evine bir parça ekmek girmesi için yatılı dikiş işine gidiyor. Altınlar, elmaslar var ama satabilecek kimse kalmamış ki. Saatlerce süren ekmek kuyruklarındaki bekleyiş sonucu eve eli boş döndüğü zamanlar dahi oluyor. Çocuklar açlıktan halsiz düşecek hale geliyorlar.
O zamanlar ülkemizde açlıktan ölenler de vardı
Aslında bu yaşananlar günümüze yabancı da değil maalesef. Okurken sık sık aklıma Suriye, Yemen, Afrika ve maalesef daha nicesi gelip durdu. Kıtlık, çaresizlik o zamanlar vardı ve hâlâ var olmaya devam ediyor. O zamanlar ülkemizde açlıktan ölenler vardı ve günümüzde de başka ülkelerde de var olmaya devam ediyor. Bu durum ne kadar acı olsa da aç olmayanın da aç olanın da kendi durumu üzerinden imtihan edildiği bir gerçek. Farkında olmamız gereken kısım burası.
Savaş dönemi bitiyor; artık nispeten daha iyi günler görmeye başlıyorlar. Sizin de içinize su serpiliyor. İrfan Orga, uzun süren meslek hayatının başlangıcı olarak kardeşi ile askeri okula kaydoluyor ve daha kendine gelememiş komutanlar içinde yeni bir serüven başlıyor. Uzun süren eğitim döneminden sonra da anne ve babaannesini de yanına alarak Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde görev alıyor. Artık maddi olarak sıkıntılar bitiyor bitmesine de bunca yılın ağır yükü ruhsal problemler olarak geri dönüyor. Orga’nın hayatı ibretler silsilesi.
Ne çok değişmişiz…
Bir klişe daha eklemeden edemeyeceğim; Bir Türk Ailesinin Öyküsü kitabı anlatmakla bitmez. Bahsedilecek gerçekten çok nokta var. 1900'lerin Türkiyesi, günlük yaşamı, insanların birbirleriyle ilişkileri, sütçüsü, komşusu... Ne çok değişmişiz. O zamanlar mahalleli birbirinin ne yediğine varana kadar bilirken ve kuvvetli bir dayanışma içindeyken şimdi komşularımızdan haberimiz yok, halbuki bir duvar var aramızda sadece. Pardon eskiye öykünmek gibi bir niyetim yoktu fakat işte bu hızlı değişimler insanı çok fena tedirgin ediyor.
Dini hayatın dönüşümüne dair de önemli anektodlar var kitapta. İlk dönemler camiler doluyken sonra sonra boşalıyorlar. Sokakta peçesiz yürüyene hoş gözle bakılmıyor da sonraları normalleşiyor. Halk inkılaplara oldukça tepkili, nereden geldi başımıza bunlar der gibi. Fesin kaldırılmasına insanlar direniyor, polis merkezleri “gevur işi şapka” takmayanlardan dolup taşıyor.
Londra'da İngilizce olarak basılmış
Son olarak bahsedilmeden geçilmeyecek nokta da İrfan Orga'nın kitabının Londra'da İngilizce olarak basılmış olması. Neler yaşamış olmalı ki kitabı anadilinde değil ve anavatanında basılmamış? Hep mi acı ya hu? Oturdum halimize şükrettim. Acaba kitabı yazarken böyle bir şeye vesile olacağını tahmin etmiş midir rahmetli.
Velhasılı böylesine insanı o zamanlara götüren, ağlatan, öğreten bu kitabın bu kadar kıyıda köşede kalmış olması da içler acısı. Tabi bununla birlikte daha kim bilir ne kitaplar vardır da haberimiz yoktur diye de bizi araştırmaya sevk edecektir bu durum.
İrfan Orga, Bir Türk Ailesinin Öyküsü, Everest Yayınları
Betül Erken