Ramazan, her şeyiyle güzel. Gelir, konar ve değiştirir cümle ezberleri. Kötüleri iyi, çirkinleri güzel mi güzel yapar. Her yanı mis gibi bir hava kaplar sayesinde. Siner o rahmanî kokusu dört bir yana tatlı tatlı. Bu lezzet sofrasından yazarlar da kâm alır elbet. Mürekkeplerinin Ramazan yönünde aktığı da olmuştur zaman zaman. Mevzu Ramazan'a odaklanınca, yazılanların rengine de ayrı bir dolgunluk yerleşiverir. Okunan da okuyan da vahyî bir iklimin serinliğine kulaç atıverir böylece.

Sırp yazar Branislav Nusiç, 1898 yılında Ramazan Geceleri isimli öykü kitabını neşreder. Bu neşriyattan tam yüz yıl sonra, yani 1998’de Özgün Yayıncılık bu öyküleri biz Türk okurlara kazandırır N. Şabanoviç’in çevirisiyle. Biz ise bu yüz yılın üzerine yaklaşık bir yirmi yıl daha kattıktan sonra okumuş oluyoruz bu öyküleri. Hem Sırp bir yazar olacak ve hem de Müslüman olmayacak, ama İslam’ın nişanelerinden biri olan Ramazan ile alakalı bir eser kaleme alacak; olacak iş mi bu? Nitekim oluvermiş ey hayret ehli! “Biz”den olmayanların bize ait olanlara dikkat kesilmesi, vaka-i adîyeden olmasa gerek. Ramazan'ın kendi içinde barındırdığı rahmet deryası bir yandan, iman edenlerin belirgin değişimleri de diğer yandan etrafı sarınca, bu atmosferden ister istemez her bir kişi etkilenmiş oluyor. Ne kadar da bu gerçekliğe inancını feda etmese de, kör olmayan kalplere her şey ayan beyan böyle işte.

Yazar Nusiç, nükteli ve yergili eserlerin kalemşörü. Öyle ki, bu tür çalışmalarından dolayı iki yıl da hapis yatıp çıkmış. Başka alanlarda da yeteneğini ortaya koymuş, ama genelde toplumların çelişkili yanlarını gün yüzüne çıkarmış ve burjuva takımlarının para ve iktidar hırslarını şiddetle eleştirmiş. Güldürülerinin tümünde, toplumun geleneklerinin, göreneklerinin ve davranışlarının gülünç yanlarını, kişilerin aptallık ve kötülük gibi türlü sapıtmalarını gündeme getirerek geniş etki uyandırmış edebiyat çevrelerinde. Ne kadar güldürü yazarı olarak öne çıkmış olsa da, eserlerinde yerginin tonlarının mizahtan daha baskın olduğu konusunda kitabın girişinde yayınevi bizi bilgilendiriyor.

Nusiç’in Ramazan Geceleri kitabında anlattığı öykülerin yaşandığı topraklar, bugünkü Kosova ve Makedonya tarafları imiş. O günlerin Osmanlı Balkanları’nın Müslüman halkının canlı yaşamlarını ve özellikle de Ramazan gecelerinin yoğun karelerini işlemiş Nusiç. O toprakları bilenler ya da gezenler, bu öyküleri okurken ismi verilen cami ve mekânların tanıdık olduklarını görecektirler. Priştine’yi, Üsküp’ü, Manastır’ı cümle cümle tekrar hatırlamış olacaklar. Yazar, Balkan savaşından önce, Manastır ve Priştine’de Sırp konsolonsu olarak görev yapmış ve Türkleri çok sevmiş; bu sevgisi de oradaki Rumeli Türklerinin yaşamlarını öykülendirmeye yönlendirmiş kendisini.

Öykülere daldığımızda, bu olayları anlatanın ve anlatırken yöreye ait söz kalıplarını kullananın bir Sırp oluşuna şaşırmadan edemiyoruz. Sevgisi, toplumu benimsemeye kadar götürüvermiş yazarı; okuduklarımızdan çıkarımımız bu.

Nusiç’in bu öykülerinde mizahî yön ciddi ciddi ağırlıkta. Gülmeden edemiyor insan sayfaları aralarken. Hatta bazen olay kahkaha noktasına bile varabiliyor, Allah affetsin. Ramazan gecelerini hoş ortamlarda geçirmekten mutlu olduğunu anladığımız yazarın, öykülerde başrole genelde kendini koyduğunu hissediyoruz. Bu hal, yazılanları biraz daha çekici kılıyor okur nazarında.

Bizi, “bizden olmayan”dan okumak ve öğrenmek

Neler mi anlatıyor Branislav Nusiç öykülerinde? Hoş sohbet berber Hacı Yakub’un anlattığı gündüz yılan olan kızın hikâyesini pürdikkat dinleyen yarenlerin, son nokta konunca inansak mı inanmasak mı türlü tereddütleri ve sonunda kahkahanın gelmesi var mesela öykünün birinde. Sonra, bulundukları mahallenin iki haylaz veledi olan Yunus ile Zihnişah’ın akıllara durgunluk veren düşmanlıklarının, kavgalarının, yaramazlıklarının, Zihnişah’ın bir gün çocuk hevesiyle feraceye ve yaşmağa bürünmeyi istemesi sonucunda, bir müddet sonra evlenmelerine dönüşen hayli şaşırtıcı öyküleri geliyor. Daha sonra, annesinin büyük günahından dolayı babasızlığın yüzkaralığıyla yaşayan Salih’in vicdan sızlatıcı yaşamı; birbirine karşı kara sevdaya tutulan iki talihsiz genç; zikir yapar halde iken başını karyola demirinin sivri ucuna vuran dervişin haline kahkahalarla gülenler ve iki ezeli düşman ailenin elli yılı aşkındır süren küskünlük ve kindarlıklarının çocuklarının bilmeden birbirlerine tutulmalarıyla bitmeye yüz tutması var gelen öykülerde de.

İşte Sırp yazar Branislav Nusiç, o toplumun içinden bu altı öyküyü süzmüş çıkarmış maharetli kalemiyle. Hele o, düşmanlıkları -ifade yerindeyse- kaşarlanmış iki ailenin, Zeynel ile Lütfü Beyler’in öyküsü. Onların düşmanlığına sokaktaki çocuklar bile şahittir. Birinin evi caminin sağında diğerininki de solunda olmasına rağmen, birbirlerini görmemek, birbirlerine rast gelmemek için bin bir zorlukla çamurlara bata çıka, duvarlardan atlaya zıplaya evlerine varır haldedirler. Caminin hocası gibi nice kanaat ehli arabulmaya çalışmışsa da bu mübarekler “Nuh” deyip “aleyhisselam” demeye yanaşmamışlar. Bu kadar inatkârdırlar yani. Mahalleliyi ve özellikle de hocayı üzer bu durum haliyle. Ancak ne yapsalar, ne etseler kâr getirmez bir türlü. Kitabın en uzun öyküsü de budur; anlatmakla bitirilecek gibi değil düşmanlıklarının vardığı nokta. Sorsanız, “Nedir derdiniz?” diye, tatmin edici bir cevap bulamazlar imiş bu durumlarına. Ama düşman mı düşmanlar son tahlilde. Buna içten içe içerleyen mahalle Camisinin Hüdai Hocası, “Dur bakalım, adam aklının çözemediği işe kadın aklının erebileceğini söyleyenler ne kadar haklı, bir görelim.” der ve meseleyi hanımına açar. Hanımı, öyle kurnaz bir yol bulur ki, akıllara zarar! Bu işin çok kolay olduğunu söyler ve bu iki aileyi birbirine düşürenin kendi hanımları olduğu teşhisini kor. Sonra da allem eder kallem eder ve Lütfü Bey’in kızını Zeynel Bey’in oğluna göstererek bunları sevda ateşiyle tutuşturur. Lakin gençlerin, ailelerinin şeceresinden haberleri yoktur henüz. Günler günleri kovalar ve nihayetinde gençlerin bu karşılıklı yanışları, ailelerinin uyanışlarına vesile olur.

Yıllar yılı milletimizi Batı klasiklerine hayran etmenin derdinde ve aşkında olanlara, “Buyurun, bakın işte size batıdan esen bir doğu rüzgârı.” demek gerekiyor sanırım bu Ramazan Geceleri’ni okuduktan sonra. Bizi, “bizden olmayan”dan okumak ve öğrenmek de farklı bir duygu oluyor gerçekten. Yaşayanlar, yaşadıklarının hakkını vermemiş olmasalardı; yazan, yazabildiklerinde bu kadar başarılı olmaz idi herhalde. Özgün Yayıncılık’a, böylesi özgün bir çalışmayı bizlere kazandırdığı için içtenlikli bir teşekkürü borç biliriz.

Ramazan surlarında rahmet ve selamet içre gezinirken, araya, böyle yine Ramazan renkli bir eser sıkıştırmanın caiz olacağını düşünerek paylaşalım istedik. İsabet etmeyi dilediğimiz Rabbimizden, ayrıca bizi arınmış ve kurtulmuşlardan olarak bayrama ulaştırmasını da niyaz ediyoruz.

Fatih Pala yazdı