İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Baha Tanman, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde Arka Oda Toplantısı kapsamında, 31 Ocak Çarşamba günü, “18. Yüzyıl Sonlarından Günümüze Haliç Kıyılarında Yapılaşma ve Değişim” adlı bir sunum gerçekleştirdi.

Baha Tanman, sözlerine 18. yy'dan sonra başlayan değişimin bu yüzyıldan önceki dönüşümlerin aksine daha büyük yapısal farklılıklar içerdiğini söyleyerek başladı. 18. yy'a kadar mahalleler yangından dolayı ortadan kalkardı ancak mahallelerin yeniden ihyası kendi üslûbu içerisinde, mahallenin organik dokusu bozulmadan gerçekleşirmiş. Ancak bu yüzyıldan sonradır ki artık daha radikal çözümlere başvurulmaya başlanıyor. Buna örnek olarak Üsküdar'daki III. Selim zamanında teşekkül eden Selimiye semtini verdi Tanman. Burada geleneksel mahallelerden tamamen ayrı olarak birbirini dik açılarla kesen ve onların arasında kalan kare ve dikdörtgen yapı adalarından oluşan Selimiye semti ortaya çıkmış.

Bu değişimleri Haliç kıyılarında daha açık bir şekilde gözlemlemenin mümkün olduğunu belirten Tanman, bunun için bostancıbaşıların tuttukları kayıtları takip etmenin yol gösterici olacağını belirtti ve bu defterlerin mülkiyet kayıtlarını tutmaları açısından da önceki yüzyıllardan ayrışan bir anlayışı ortaya koymalarının önemli bir detay olduğunun üzerinde durdu.

Bizans evleri değil Türk evleri

Baha Tanman, Haliç'e geçmeden evvel ilginç bir anektot aktardı. 19. yy'da İstanbul'u turistlere gezdiren rehberlerin daha çok Rumlardan oluştuğundan ve onların Ayvansaray'da bugün Abdülezelpaşa caddesi üzerinde yer alan kagir konakları turistlere Bizans evleri olarak tanıttıklarından söz etti. Oysa bunların Türk evleri olduğunu ve ayrıca o evlerden bugüne caddenin kenarında yalnızca birkaç örneğin kalmış olduğunu belirtti Tanman.

II. Mahmud’un icraatları

Yine ilginç bir anektod olarak, II. Mahmud döneminde yapılmış olan sahabe kabirlerinden bahsetti Tanman. Sultan Mahmud’un, yaptığı birçok reformdan ötürü halk arasında adı ''gavur padişah''a çıkıyor; belki bu imajını düzeltme kaygısıyla olacak Sultan Mahmud, birçok sahabe makamı yaptırmış ve aynı zamanda mevlevihaneler başta olmak üzere İstanbul'un birçok tekkesini de ihya ettirmiş. Aynı zamanda Yeniçeri Ocağı'nı kaldırıp yerine kurduğu orduya dini vurgusu çok yoğun olan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ismini vermiş olmasında da aynı kaygıların tezahürünü okumanın mümkün olduğunu söyledi Baha Tanman.

Esma Sultan'ın sarayıyla, Peştemalci Ömer'in hanesi yanyana gelebiliyordu

Tanzimat'tan önceki semtlerde toplumsal gelir katmanlarına göre bir konutlaşmanın görülmediğinden bahseden Tanman, buna misal olarak; “Esma Sultan'ın sarayıyla, Peştemalci Ömer'in hanesi yanyana gelebiliyordu” açıklamasında bulundu.

Yavaş yavaş Eyüp semtine doğru geçtiğimiz bu fasılda, Balçık İskelesi ve Çömlekçiler mahallesinden bahsedildi. İskeleye balçık isminin verilmiş zira Haliç'e Alibeyköy ve Kağıthane derelerinden gelen balçıkların Haliç'in dolmasını engellemek amacıyla tam bu noktada karaya çıkarılıyormuş. Balçık İskelesinin arkasında ise Çömlekçiler Mahallesi olarak adlandırılan bölgenin kırmızı hamurdan seramiklerin üretildiği bir mekân olması bakımından önemi üzerinde duruldu ve saha araştırmaları sırasında bazı binaların bahçelerinde bu seramiklerin üretildiği fırınların kalıntılarına rastgeldiğini söyledi Baha Tanman.

Defterdar Nazlı Mahmud Çelebi'nin adını taşıyan ve Mimar Sinan'ın da tezkiresinde eserleri arasından zikrettiği camiden de söz etti Tanman. Bu yapının mütevazı boyutlarının yanısıra ilgi çekici önemli bir özelliği, aleminde karşılıklı iki hilal ve ortasında hokka ve onun içinde bir kalem yer almasıymış. Bunda, Defterdar'ın aynı zamanda hattat bir kişiliğe sahip olması belirleyici olmuş. Bir yıldırım çarpması sonucu düşen alem, Uğur Derman'ın gayretleriyle replikası yapılmak sûretiyle de yerine konmuş.

Biraz ileride aşağı yukarı Feshane'nin bulunduğu yerde birçok gravürü de yapılmış olan Esma Sultan'ın görkemli sahilsarayının bulunduğundan söz etti Tanman.

İstanbul'daki son padişah türbesi

Yine antrparantez olarak Baha Tanman bu noktada, Barok-Rokoko tanımlarından hareketle bunların o dönemde yaşayan insanlar için herhangi bir anlam ifade etmeyeceğini söyledi. O dönem için mimari üslupları adlandırmak adına bizim klasik olarak adlandırdığımız mimarlık ürünleri ''kadim'' veya ''rûmi'' olarak, Barok ve Rokoko gibi üsluplar ise ''tarz-ı nev'' veya ''resm-i nev'' gibi isimlerle anılıyormuş.

Bu dönemde şehirlerdeki değişimlerin yanısıra, mezartaşlarındaki değişimlerin de üstünde duran Tanman, mezartaşı başlıklarında II. Mahmud devrinden itibaren çeşitliliğin azaldığı ve ilmiye ve tarikat şeyhlerinin dışında kalan herkeste mahmudî fes olarak adlandırılan başlıkların kullanıldığını belirtti.

Eyüp'ün merkezine doğru geldiğimizde, İstanbul'daki son padişah türbesine tesadüf ettiğimizi belirtti Tanman. Mehmed Reşat'ın, Mimar Kemalettin'e yaptırdığı bu türbenin içindeki çinilerde, atölyesi Kütahya'da bulunan Hafız Mehmet Emin imzasının olduğunu belirtti.

Eşine az rastlanan bir sokak: Bostan İskelesi

Padişahların, kılıç kuşanma töreni için, denizden gelip karaya çıktığı Bostan İskelesi'ne geldiğimizde ise burada mütevazı boyutlarıyla bizi karşılayan Bostan İskelesi Kahvehanesi'nin varlığından söz etti Tanman. 1960'lara kadar varlığı devam eden ve İstanbul'un entelektüel nabzının attığı önemli bir mekân olan bu kahvehanenin bugün yeniden ihyasının gündemde olduğunu, ancak bir mekânı diriltmenin oraya hayat veren insanlar olmaksızın pek de faydalı olamayacağını sözlerine ekledi Tanman.

Bostan İskelesi sokağının ise eşine az rastlanan, Kahire'deki türbe topluluklarını andırır bir şekilde, birbirine bitişen türbelerden müteşekkil bir sokak olduğunu söyleyen Tanman, burada göze çarpan önemli yapılardan birinin Hüsrev Paşa'nın türbe ve kütüphanesinin olduğunu belirtti. Çok varlıklı olan Hüsrev Paşa'nın hiç çocuğu olmamış, bunun için birçok küçük çocuğu yanına alarak onları önemli mevkiler için hazırlamış. Bunlardan en önemlisi Osman Hamdi'nin babası Sakızlı Ethem Paşa imiş.

Sokağın en göz alıcı yapısı ise Mihrişah Valide Sultan'ın banisi olduğu türbe- imaret- çeşme- sebilinden müteşekkil yapılar manzumesi imiş. Burası hakkında Baha Tanman, Eyüpsultan'ın eski sakinlerinden Şeyh Nazmi Efendi'den öğrendiği bir bilgiyi bizimle paylaştı. Hiçbir kaynakta geçmemesine rağmen, Valide Sultan'ın vakfiyesinde yer alan bir kayıttan hareketle 8-10 kişiden oluşan bir tarikat grubu tarafından haftanın bir günü türbenin içinde halka olarak Nakşibendî zikri yapılmaktaymış.

Eyüp Sultan hakkında ise birçok şeyin söylenebileceğini ancak şunu söylemekle yetineceğini belirtti Baha Tanman; Eyüp Sultan Hazretlerinin medfun olduğunu yerin cephesi I. Ahmed dönemi çinileriyle kaplıymış ve padişahların kılıç kuşanma merasimlerinin başlayacağı yer olarak buranın seçilmesi yine bu döneme tarihleniyormuş.

Kılıç kuşanma törenleriyle ilgili başka bir anektod da şu ki; şeyhülislamların kılıç kuşanma törenlerinde giydikleri yakası sırmalı beyaz cübbe ''Ferve-i beyzâ'' olarak adlandırılırmış.

Bahariye ve mevlevihane

Eyüp İskelesi'nden Bahariye'ye doğru geçtiğimizde Baha Tanman bize, Bostancıbaşı kayıtlarında yer alan konakların ve yalıların birkaçının ismini saydı. Bu konakların birçoğu 19. yy'a gelindiğinde yerlerini sanayi yapılarına bırakacaktır. 1827 yılında burada İplikhane-i Âmire isminde çok büyük bir yapı yapılmış. Bahriye'nin yelken bezleri ve orduda askerlerin giyecekleri kıyafetlerin bezlerinin dokunduğu bu yapı aynı zamanda hapishane işlevi görüyormuş. Buradaki mahkumlar boş oturacaklarına bez dokuyorlar ve bu işten bir miktar para kazanıyorlarmış. Bu yapı bugüne kalsaymış çok güzel bir kent müzesi olurmuş diye de iç geçirdi Baha Tanman.

Semte adını veren mevlevihane ise 1877-79 tarihleri arasında Nerses adlı bir Rum kalfa tarafından inşa edilmiş, sonradan Mimar Kemalettin'in de içinde olduğu çeşitli dönemlerde restore edilmiş. Beşiktaş'ta Çırağan Sarayı'nın yerinde bulunan Beşiktaş Mevlevihanesi yıkıldıktan sonra Maçka'ya taşınan mevlevihanenin, aynı padişah tarafından (Abdülaziz) yeniden yerinden edilmesiyle son olarak buraya taşındığını ifade etti. 30'lu, 60'lı, 80'li yıllarda varlığını bazı tahribatlarla da olsa sürdürmekte olan bu yapı, Tanman’ın kendisinin de danışman statüsünde olduğu yakın dönemli bir restorasyonla tekrar hayata kavuşturulmuş. Tekkenin yeni baştan ele alınmasında Encümen Arşivi'ndeki görsel kayıtların çok önemli olduğunu belirten Tanman, yalnızca mihrap ile ilgili bir kayıta rastlanmadığını, bunun için de aşağı yukarı aynı yıllarda yanmış ve tekrar yapılmış Yenikapı Mevlevihanesi'nin mihrabının kendileri için örnek teşkil ettiğini söyledi. Yapıya dışardan bakıldığında daha çok bir yalıyı andırdığını söyleyen Tanman, bu yapının şimdilerde kültür-sanat faaliyetleri sürdürmekte olan iki ayrı vakfa tahsis edildiğini ekledi. İlave olarak da mevlevi mezarları için hazire veya kabristan olarak değil 'susmuş olanlar' anlamına gelen ''hâmûşan'' kelimesinin kullanıldığını belirtti.

“Siz nerede yandınız efendim?”

Bu arada Baha Tanman gençlere anlattığı ve onların da çok hoşuna giden bir latifeden bizlere bahsetti. Evleri ahşap olan eski İstanbulluların birkaç kuşak aynı semtte oturduklarına pek rastlanmazmış. Bu yüzden eski kuşaklar birbirleriyle tanışırlarken, ''Siz nerede yandınız efendim?'' diye sorarlarmış. Bunun çok doğal olduğunu belirten Tanman, “bir kişi eğer bir yerde yanmadıysa onun taşralı olduğuna kanaat getirir İstanbul'un yerlileri” diye ekledi.

Sütlüce ve Elif Efendi

Bahariye'nin karşısında ise Sütlüce tarafı Karaağaç mevkisinde en göze çarpan yalı topluluğu Sokullu Mehmet Paşa'nın soyundan gelen İbrahim Hanzadelerin bulunduğu yalılarmış. Onlar bir istisna olarak 16. yy'ın sonundan 1930'lara kadar yalnızca burada yaşamışlar. Sonradan bu bölgeye 1923 yılında bugün Haliç Kongre Merkezi olarak kullanılmakta olan mezbaha binası inşa edilmiş. Mezbahanın arkasında ise Hasırcızade Tekkesi bulunmaktaymış. Bizde pek bilinmeyen, kıyafetlerinde Mevlevi kültürünün etkilerinin hissedildiği, Şam merkezli Sâdî tarikatına aitmiş burası. Buradaki önemli şahsiyetlerden birisi Şeyh Elif Efendi imiş, bu zât burada mesnevihan olarak görev yapmaktaymış. Onun önemli talebeleri arasında Darülfünûn felsefe profesörlerinden Mehmed Ali Ayni ve Prens Sabahattin gibi şahsiyetler bulunmaktaymış. Ayrıca mesleki hayatının ilk makalesini bu bina üzerine yapmış olduğunu belirtti Baha Tanman.

Sütlüce’den Kasımpaşa’ya

Sütlüce'den Kasımpaşa'ya doğru geçtiğimizde, bugün yerinde olmayan Humbarahane Kışlası’nın varlığından söz etti Tanman ve bugün Haliç köprüsünün tam altında yer almakta olan Mihrişah Valide Sultan Camii de bu kışlanın tam ortasında yer almaktaymış.

Halıcıoğlu mevkisinde ise umûmiyetle yahudhaneler ve kayıkhaneler bulunmaktaymış. Burada Fatih dönemine tarihlenen Handan Ağa Camii bulunuyormuş bir de. Eski fotoğraflardan bu caminin altına kayıkların da çekildiğine dair işaretler bulunmaktaymış.

Biraz daha ileride Lale devrinde asıl gelişimini göstermiş olan Aynalıkavak Kasrı ile karşılaştığımızı belirtti Tanman. Padişahın ve hanedanın halka görülmeye başladığı ilk yapı olarak önem taşıyan bu kasırdan geriye bugün ancak III. Selim devrinde son şeklini alan Hasbahçe Kasrı kalmış.

Kasımpaşa'ya geldiğimizde ise II. Mahmud zamanında yapılan ama bugün yerinden olmayan ampir üslupta üçgen alınlıklı bir Kaptan Paşa Divanhanesi bulunmaktaymış. Daha sonra aynı yerde Sultan Abdülaziz tarafından, 1865-69 tarihleri arasından inşa edilmiş, bugün Kuzey Saha Deniz Komutanlığı olarak kullanılmakta olan Bahriye Nezareti binası yapılmış.

Baha Tanman son olarak bugün Unkapanı köprüsü olarak kullanılmakta olan köprünün yerinde II. Mahmud devrinde ahşap olarak yapılmış, Hayratiye veya Cisr-i Atîk olarak adlandırılmakta olan köprünün yer aldığına değindi.

 

Oktay Türkoğlu