Yazmayı seviyor. Gezdiği yerlerin, yurtdışı görevlerin, insani hallerin yazarı da diyebileceğim Mustafa Oğuz hayata bir iz bir emare bırakmak için sessiz ve derinden yoluna devam ediyor. Onunla sohbet ederken biraz da benim serzenişlerime nasıl tahammül ediyor diye hayret ederim. Bir tebessüm bir hoş kurulan cümle, bir selam; daha ne olsun. Zaman zaman uzaktaki şairlerle – yazarlarla konuştuk ve yanı başımızdaki, hatta yanımızdaki şair ile çay içtik, sohbet ettik ama söyleşi olarak yazıya aksetmedi nedense. Söyleşi yaptığımızda da uzun zaman beklettik dosyamızda. Mustafa Oğuz ile öyle oldu. Söyleşimiz tarih olmadan size sunalım istedik.
Yazmaya nasıl nerede başladınız?
Yazmaya yazıyı öğrendiğim gün başladım. Okumayı öğrenince de yazılanları okudum. Okudukça bardağım bilgi ile doluyordu. Bardağın taşmaya başlaması “yazı” dediğimiz yazınsal ürünü ortaya çıkarmıştır. Ortaokul ve lise yıllarında şiirler yazdım defterler dolusu. Bir yandan da okuma işin sürdürüyordum. Edebi anlamdaki yazıya üniversite yıllarımda başladım. Edebiyat bölümünde okurken “Gök Kubbemiz” adlı bir duvar gazetesi çıkarıyordu. Burada yazı ve şiirler yayınladım. Bu duvar gazetesi Kırkikindi adlı üç sayılık edebiyat dergisini hazırladı. Duvar gazetesinden sonra yazı ve şiirlerim Kırkikindi’de yayınlandı. Özetleyecek olursak yazmaya, İzmir’de üniversite okurken başladım.
Kaç yaşında olduğunuzu anımsıyor musunuz?
Şiir yolunda yazılıp yazılıp atılan şiirler vardır. Dörtlüklerle kafiyeli ve uyaklı şiirler. Defterlere yazılır. Bu tür bu güne gelememiş şiirleri ortaokul sıralarında yazmaya başladım. 13- 14 yaşında olmalıyım o yıllar. Lisede iken şiir yarışmasında dereceye girdiğim şiirler de bu türdendi. O günlerden bugüne kalan tek satır bir şey yok. Kalan ürünleri yazdığımda 21 yaşındaydım.
Sizi yazmaya veya okumaya teşvik edenler oldu mu?
Okula başlamadığım yıllarda radyo aile içinde ayrı bir yere sahipti. Arkası yarınlar, radyo tiyatroları dinlerdi ablalarım. Gazetelerdeki fotoromanları okurlardı. Onların bu yoğun ilgisi bende bu tür şeyler (arkası yarın – tiyatro vb.) yazma duygusunu oluşturdu. O yaşta yazar olup ileride bu tür şeyleri yazmaya karar vermiştim.
Ortaokulda Türkçe öğretmenim her hafta bir şiir yazdırırdı defterimize, önemli şairlerden. Bu da bendeki şiir sevgisini pekiştirdi. Lisede de edebiyat öğretmenlerinin yönlendirici sözleri oldu ama pek kayda değer şeyler değildi: Özel bir ilgi olmadı. Üniversitede birbirimizi teşvik ettik.
İlk yazdığınız yazı – şiir yayınlandığında ne hissettiniz?
Sahiplik. Çünkü matbaa ilk yazım – şiirim Kırkikindi dergisinde yayınlanmıştı ve bu bizim dergimizin ilk sayısıydı. Dergiye sahip olmanın mutluluğuna eş değerdi o dergideki şiiri görmem. Aradan yıllar geçtikçe insan o ilk heyecanı ve mutluluğu unutuyor. Hâlâ bir yazımın veya şiirimin yayınlanması beni heyecanlandırır. Bu heyecan olmazsa yazmanın da yayınlanmasın tadı tuzu eksik olur. Belki bu heyecan bir az daha profesyonelleşiyor o kadar. Ama amatör duygu ve heyecanın tadı bir başka oluyor. Yeni bir yazı veya şiirim yayınlandığında görücüye çıkmış gibi heyecanlanırım ve yeni bir şiirin/yazının yayınlanmasında böyle duygu hissederim.
Yazma tutkunuzu başından başlayarak anlatır mısınız?
Bugünden geriye baktığımda yazının/şiirin kendim için bir dil olduğunu düşünüyorum. Dil anlaşmak, anlaşılmak için bir araçtır. Kendimi yazıya yazgılı hissettim hep. Çünkü bu dili konuştuğumda kendimi ifade edecektim. Küçüklüğümde “dilini yutmuş” denirdi benim için. Öylesine suskun ve içine kapanık... Bu durumda suskunluğumu/kapanıklığımı yazı ile aştım/aşıyorum. Yazı hep bu yönüyle bir tutku oldu. Olmaya devam ediyor.
Çocukluk yıllarında edebiyat aşkı okumak ve ifade etmek demekti: Aşkımızı ifade eden şiirler yazardım. Hasreti, ayrılığı, doğayı yazardım. Yazdıkça insan yazıyı ve şiiri öğrenir ama her adımda bir tutku vardır. Aslında bu tutkunun kaynağı insanın doğasına yaratıcı tarafından konmuştur. Allah’ın bir lütfudur bu ve her insana verilmemiştir. Verilen insan ise kendine kötülük etmeyip o tutkusunu canlı tutmalıdır. Kimdeki tutkuyu hep, canlı tutmaya, kaleminden uzaklaştırmamaya çalıştım. Bu da bazı kapıları açtı bana. İlk zamanlar bir dergide olmak bir tutkudur. Sonra bir kitaba sahip olmak bir tutkudur. Antolojide yer almak, edebiyat etkinliğinde yer almak, kitap imzalamak bir tutkudur. Bunları yaşamak için yazar dururuz. Bunların hepsine ulaştım. Bu da artık bir yazar olduğumu söyletti bana. Bu safhadan sonra daha bir derli toplu yazmaya başlıyor insan.
İlk okuduğunuz kitap, şiir, hikâye veya yazı, dergi gazete?
Ders kitapları. Ders kitaplarından hatırladığım Refik Halit’in Ayşegül’ü, Eskici’si. İlkokul yıllarından Tercüman Çocuk okurdum, düzenli olarak. Bir de evde ne kitap varsa onu. 12 Eylül’de evdeki kitapların bahçemizde bir çukur açılıp oraya gömüldüğünü gördüm. Bu kitaplardan bazılarını gömülmeden önce okumuştum. İlkokul öğrencisiydim. Cavid Ersen’in Kızıl Zindanlar, Kara Zindanlar, Zindanlar üçlemesi bunlardan aklımda kalanı. Bir sürü de polisiye roman okumuştum. Ortaokul yıllarımda Reşat Nuri ,Yavuz Bahadıroğlu, Kemalettin Tuğcu. Açıkçası ise sonu gelmeyen kitaplar, kitaplar, dergiler, gazeteler…
Ömer Seyfettin’in kahramanlık hikâyeleri ile Dede Korkut Hikâyeleri ilkokulda okuyup da unutamadığım kitaplardandı.
Nurettin Durman konuştu.